Unutmayın: Kürt sorunu aynı zamanda bir ‘Türk sorunu’dur!
Eğer rejimin adı demokrasiyse, elbette her şey özgürce tartışılır konuşulur siyaset meydanında.
Bu bir genel ilkedir.
Bazı durumlarda bunun ‘ama’ları olabilir.
Konu eğer nazikse, tartışmanın nasıl bir zamanlamayla, ne gibi bir çerçevede yapılacağı önem taşır. Daha yolun başında, çok hassas noktaların tartışmaya açılması kışkırtıcı olabilir, geri tepebilir.
Bunun için iyi siyasetçiler, zamansız iş yapmaktan, yani arabayı atın önüne koymaktan kaçınırlar.
Hafta sonu Diyarbakır’daki bir çalıştayla kapalı kapılar arkasında tartışmaya açılan, ama sonra medyaya sızdırılan ‘Demokratik Özerk Kürdistan’ modeline ilişkin taslaktan söz ediyorum.
Öcalan’ın fikirlerini esas alarak hazırlandığı anlaşılan taslak kamuoyuna hangi sembollerle yansıdı?
Şöyle özetlenebilir:
Özerk Kürdistan...
Türk bayrağının yanında Kürdistan bayrağı...
Özerk Kürdistan’ın kendi savunma gücü...
Kürdistan’ın kendi meclisi, kendi resmi dili, yani Kürtçe...
Soruyorum:
Şimdi böyle bir tartışmayı kamuoyuna taşımanın zamanı mı?
Bence değil.
Hep altını çiziyorum. Türkiye’nin önünde barışa açılan ince uzun bir yol var. Bu yol değişik aşama, engel ve hassasiyetlerden oluşuyor.
Meselenin bu yanı gözardı edilerek barışa giden yol açılamaz. Sorunun silahla, şiddetle bağını koparmak için neyin, nasıl, ne zaman ele alınması gerektiği yaşamsal bir konudur.
Unutmayın:
Kürt sorunu aynı zamanda bir ‘Türk sorunu’dur.
Bakın, iktidarda Ak Parti var sekiz yıldır. Kürt meselesiyle ilgili olarak Cumhuriyet tarihinin -yeterli olmasa da- en cesur adımlarını attı. Ama yine unutmayın, Ak Parti’de Kürt sözcüğünü fazla duyunca tüyleri diken diken olanlar da bulunuyor.
CHP’nin halen Kürt sözcüğünü bile ağzına alamayan bir Genel Başkanı var, Kemal Kılıçdaroğlu.
MHP’yi biliyoruz.
Asker malum.
Şimdi siz böyle bir siyaset meydanında Kürdistan’la, Kürdistan meclisi ve bayrağıyla, kendi resmi dili ve kendi savunma gücü olan bir özerk Kürdistan gibi sembollerden oluşan bir tezgâh açarsanız ne olur?
Kimin eli güçlenir?
Hangi değirmenlere su taşınır?
Kimler kolayca kışkırtılır?
Yanıt belli: Türkiye’nin barış süreci içinde tarihi bir yolculuğa çıkmasını istemeyen, bu ülkede birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletine öteden beri karşı olan kim varsa onlar sevinir.
Evet öyle.
Siyasette neyin ne zaman nasıl yapılacağı, hele Kürt sorunu gibi aynı zamanda bir ‘Türk sorunu’ olan yakıcı bir konuda hayati önem taşır.
Bu yüzden, ‘Türk kamuoyu’nu oluşturmadan, meselenin bu yanına özen göstermeden, birtakım maksimalist taleplerle barış yolunu açmanın mümkün olabileceğini sanmıyorum.
Biz de Genelkurmay’ı uyarıyoruz!
İnternette, “genelkurmayasucduyurusu.org”adını taşıyan bir site açıldı ve “Biz de Genelkurmay’ı Uyarıyoruz” başlıklı bir metinle imza kampanyası başlatıldı.
Metin şöyle:
“Ülkemizde askeri darbe ve muhtıra için 27 Mayıs’tan beri tercih edilen cuma günü (17 Aralık 2010), Genelkurmay internet sitesinde ‘basın açıklaması’ adı altında yine emredici görüşlere rastlanmıştır.
Yerel yönetimlerin Kürtçeyi resmi dilin yanı sıra ikinci bir dil olarak kullanma tartışmaları siyaset düzleminde sürmektedir. Bu tarihini şaşırmış (anakronik) askeri müdahale, TBMM’nin yetkilerini gasp için talihsiz bir çaba, umutsuz bir meydan okuma girişiminden ibarettir.
Türkiye 28 Şubat ve 27 Nisan gibi askeri disiplinsizlikleri ve suçları çoktan tarihe gömmüştür. Dahası, demirbaşında silah bulunan kimi devlet memurları tarafından tehdit edici bir üslupla yayınlanan ve son paragrafında böyle yapmaya devam da edeceğini ilan eden bu müdahale, Askeri Ceza Kanunu Md. 148/C ve E’ye göre ‘1 aydan 5 yıla kadar hapis’ gerektiren bir suçtur. Bu suçun duyurusu Cumhuriyet Savcılığı’na yapılmış bulunmaktadır.
Siyaset, dil veya edebiyatla uğraşmak Genelkurmay’ın üzerine vazife değildir. Bu devlet kurumunun tek vazifesi, Hükümet ve TBMM’nin talimatları doğrultusunda ülkemizi yurtdışına karşı savunmaktan ibarettir...”