Mehmet Âkif’ten korkanlar, onu okumayanlar
Mehmet Âkif Ersoy’un vefatı üzerinden tam 74 yıl geçti. Onu, devlet törenleriyle ilk defa, 1986 yılında andık. Vefatının 50. yıl dönümü dolayısıyle, Türkiye içinde ve işçilerimizin yaşadıkları Avrupa ülkelerinde çeşitli programlar düzenlendi. O yıllarda, ben, Kültür Bakanlığında vazifeliydim. 42 şehrimizde Âkif için kürsülere çıktım. Sonra, Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, İsviçre’de, Fransa’da yaşayan işçilerimize büyük Vatan Şairimizi anlatmaya çalıştım. Hayretle ve dehşetle gördüm ki, bizim münevver bilinen kimselerimiz, Mehmet Âkif Ersoy’u, yeteri kadar bilmiyorlar, tanımıyorlar. Halkımızın da (okumadığı, araştırmadığı için) Âkif’ten haberi yoktur. Birçok yerde şahid oldum: M.Âkif’i olduğu gibi anlatınca, aydın bilinen, öyle geçinen kişiler, hayretler içinde kaldılar. Bana gelerek dediler ki:
“-Bizim bildiğimiz Âkif’le, sizin anlattığınız Âkif arasında, dağlar kadar fark var. Şaşırdık kaldık! Bu Âkif, başındaki fesi çıkarmamak için kaçıp Mısır’a giden adam değil mi? Âkif, başından fesi çıkardığı takdirde gâvur olacağına inanıyordu. Halbuki siz, bu iddianın kat’iyyen doğru olmadığını, İslâm düşmanları tarafından uydurulduğunu söylüyorsunuz.”
-Evet öyle dedim. Çünkü fesin Türklükle ve İslâmiyetle milyarda bir nisbetinde bile ilgisi yoktur. Fesi önce Frigyalılar yaparak kullandılar. Frigyalılar, M.Ö. 1000-2000 yılları arasında yaşayan putperest bir kavim. Fes, Frigya’dan Doğu Roma’ya, oradan Fas’a yayıldı. 1832 yılında ise, 2. Mahmud zamanında, bizim başımıza yerleşti. Halk, 2. Mahmud’un fes inkılâbını kat’iyyen kabul etmedi. Hatta ona, “Gâvur padişah” diye bir isim bile taktı. Fes, zorla başımıza oturdu. O hadiseden 93 yıl sonra, Atatürk, Kastamonu’da, halkımızı şapka ile selamladı. Garabete bakınız: İkinci Mahmud zamanında, fesi kat’iyyen kabul etmeyen, fes yüzünden, başındaki hâlifeye “Gâvur padişah” diye isim takanların torunları, 1925 yılında fese sımsıkı sarıldılar ve şapkayı giyinmek istemediler. Şapka yüzünden idamlar oldu ve şapka, başımıza zorla oturdu.
Doğu ve Batı dünyasını çok, ama çok iyi bilen, Fransızca, Arapça ve Farsça ile geniş araştırmalarda bulunan ve aynı zamanda müsbet ilimler okuyan M.Âkif, nasıl olur da İslâmiyeti getirip fesin dar kalıpları içine sokar? Âkif’i fes dolayısıyle suçlayan cahil veya inkârcı kafalar, onun -yine Batıdan gelen- Frenk gömleği giyinmesini, kravat takmasını, ceket ve pantolon kullanmasını nasıl izah edecekler acaba?
M.Âkif, bizim Meşrutiyet ve Cumhuriyet devrimizin, en büyük âbide şahsiyetlerinden biri.
Âkif, bin yıl sonra bile, ikibin yıl sonra bile, yine âbide bir şahsiyet olarak selamlanacak mütefekkir şairlerimizin başında bulunuyor.
Cehalete, taassuba, geriliğe, yanlış bir tevekkül anlayışına Âkif kadar düşman olan kaç şairimiz var?
Türkiye’nin kalkınması, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması aynı zamanda, Âkif’i çok iyi tanımamıza, onun büyük aydınlığından istifade etmemize bağlı.
M.Âkif, SAFAHAT isimli 536 sayfalık muhteşem eserinde, yüzümüzü, Batının ilmine ve san’atına dönmemizi sık sık hatırlatmaya çalışıyor. Bizim şiirimizde, atom ilminden ilk defa bahseden şairimiz odur. Gençlerimize, Âsım’ın şahsında anlatmayı istiyor ki kaba kuvvetle, hükümet darbeleriyle vatana hizmet etmek mümkün değildir. Çıkış yolu, en kısa zamanda Berlin’e gitmek, orada atom ilmini öğrenmek, böylece bir damla kömürden namütenahi güç elde ederek onu insanlarımızın sağlığı-saadeti için kullanmaktır. Türkiye’yi ağır sanayiye kavuşturmaktır.
Âkif’ten korkanlar, bizim din düşmanlarımız, ham yobazlarımızdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.