Bir âyetin mânâsı

Bir âyetin mânâsı

Üstadın, Risale-i Nur’a işaret eden âyetlere yaptığı tefsirlerde, o âyetlerle verilen İlâhî mesajlardan her zaman ve her yerde geçerli olmak üzere çıkarılan çok önemli ve temel hizmet prensiplerini de görmekteyiz.
Meselâ bunlardan biri, Üstadın evradları içinde de çok sık tekrarladığı ve eserlerde “âyet-i hasbiye” olarak zikredilen “Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: ‘Allah bana yeter, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim” mealindeki Tevbe Sûresi 129. âyetinin tefsirindeki ifadeler.
Bu ifadelerde Üstad şöyle diyor:
“Bu âyetin mânâsına bu zamanda tam mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek (yılmayıp), ‘Hasbiyallah (Allah bana yeter)’ deyip mütevekkilâne müşkilât-ı azîme (büyük zorluklar) içinde envar-ı imaniyeyi (iman nurlarını) ve esrar-ı Kur’âniyeyi (Kur’ân’ın sırlarını) neşreden, ehl-i imanı me’yusiyetten (ümitsizlikten) kurtaran, başta Risaletün-Nur ve şakirdleridir (talebeleridir).” (Şuâlar, s. 1082)

Risale-i Nur mesleğinin temel çizgisini belirleyen ana prensipleri bu ifadelerde görüyoruz:
Bir defa “Allah bana yeter” sözünde ifadesini bulan derin iman ve tevekkül ile, bunun her hal ve şartta ve de bütün olumsuzluklara rağmen hayata yansıtılması, işin temelini oluşturuyor.
Böyle bir iman ve tevekkül ile her türlü zorluğa göğüs gerecek, hattâ Yirmi Üçüncü Söz’deki ifadesiyle “kâinata meydan okuyacak” bir kuvve-i maneviye kazanan hakikat kahramanlarının, yılgınlık, bezginlik ve usanç gibi tuzaklara düşerek hizmeti gevşetmeleri söz konusu olabilir mi?
Onun için, tahkikî imanı elde edip onu hayat boyu devam eden bir terakkî sürecinde inkişaf ettirme gayreti içinde olmak, işin püf noktası.
Ve Risale-i Nur işte bunu sağlıyor.
Bu bakımdan, Risale-i Nur’la canlı, dinamik, aktif ve sürekli bir irtibat halinde olmak, bu açıdan da son derece büyük bir önem arz ediyor.
Bahse konu âyetin müjdeler yüklü mânâsına mazhar olmanın yolu da bu imandan geçiyor.
Böyle bir imanın kazandırdığı ihlâs ve sebat hasletleri, sahiplerine, herkes onlardan çekinse ve onları yalnız bıraksa dahi, yılmadan hedefe yürüme kararlılığını bahşediyor. Ve bunun en güzel örneklerini, tek başına çıktığı yolda 23 yıl gibi kısa bir sürede dâvâsını bütün insanlığa mal etmenin temelini atan Peygamberimizin (a.s.m.) ve onun izinden yürüyen hak yolcularının hayatlarında görüyoruz. Ve Üstad Bediüzzaman da onların bu çağdaki en son temsilcisi.
Bu yolda yürüyen bahtiyarların odaklandıkları ve hayatlarını vakfettikleri tek gündem var:
İmanın nurlarını ve Kur’ân’ın sırlarını neşir.
Bu, karşı karşıya gelinebilecek bütün zorluk ve engellere pes etmeme ve onları aşma gücü verip, ulvî haz ve lezzetini de kendi içinde barındıran son derece yüksek bir hizmet ve ideal.
Aynı zamanda—çağın getirdiği bütün iletişim teknikleriyle ve her alanda verilmesi gereken—bu neşir hizmeti, imanları kurtararak insanlara sonsuz saadet formüllerini gösterme hedefine kilitlenen vasfıyla, öncelikle bu ideal için çırpınan gönüllü fedakârlarının dünyalarını aydınlatırken, aynı zamanda, ahirzamanın olumsuz hadiselerine bakarak ümitsizliğe kapılan bütün ehl-i imanı da ümitsizlik girdabından çıkarıp onlara taze bir moral, şevk ve heyecan veriyor.
Bu şevk ve heyecanın müşahhas örneklerini en başta Üstadın, sonra da saff-ı evveldekilerden başlayıp, Nur hizmetine vakf-ı hayat etmiş kahramanların hayatlarında görmek mümkün.
Satırlara dökülmüş belgelerini ise Zübeyir Gündüzalp’in, her cümlesi, uyuşmuş ruhları ayağa kaldıracak birer motivasyon kaynağı olacak şekilde kaleme aldığı—Sözler ve Gençlik Rehberi’nin sonlarındaki—konferans metinlerinde, mahkeme müdafaalarında ve farklı imzalarla neşredilen mektuplarında okuyabiliyoruz.
Yani, başka şevk kaynağı aramaya hacet yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi