Entelektüel diktatörlüğün “ahlak bekçileri”yle savaşı
Türkiye’den bir grup yazar İran’a gitmiş. Tahran’da bindikleri taksinin Azeri şoförüne “Ne var ne yok, rahatınız yerinde mi?” diye sormuşlar. O da “Burada her Allahın günü boğazımıza cop sokuyorlar” demiş. Gruptaki Türk yazarlardan biri de “O da bir şey mi, bize Türkiye’de her gün liberal sokuyorlar” diye karşılık vermiş.
Yukarıdaki yazarın son derece yerinde olan hissiyatını iyi kavrayabilmek için özellikle şu son bir haftada Türkiye’nin her köşesinde yaşanan özerklik ve iki dilli yaşam tartışmalarında ağızlarını doldura doldura “özgurluuuk” diye bağıran birtakım adamlara bakmak yeterli.
Sokaklarında tavuk kesilir gibi insan kesildiği dönemlerde Diyarbakır’a ancak o cinayetlerin siyasi sorumlularının eteklerinin altında gidebilen bu bay ve bayanların “kurşun atan da kurşun yiyen de…” retoriğinin bizzat mucitleri ya da pasif destekçileri olduklarını hatırlamamak mümkün değil. Bunu hatırlayınca da gırtlağınızda bir liberalin hoyratça büyümekte olduğunu fark etmemeniz imkansız.
Hiçbir biçimde emir almadan bir santim dahi sarkmayacak yaka mendiliyle yürüyen smokinli adam sıkıcılığında akademik ve entelektüel bir diktatörlük havasının kimlik siyaseti, incir kabuğunu doldurmayacak cinsten sözde özgürlük talepleri, iki dil ve farklı bayrak fantezileriyle memleketin her karesini istila etmekte olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz.
Dün “kurşun atan da kurşun yiyen de” diye başlayan cümleler kuranların danışmanlarının bugün “açılım var” diyene bir avuç yağla koşarken, bambaşka muhalif hareketler karşısında ise o eski ihbarcı ve kışkırtıcı mayalarını göstermekte bir dakika bile tereddüt etmediklerini de fark ediyoruz.
Vatanın bölünüp parçalanması mevzu bahis olduğunda “demokrasilerde şok edici eleştiri yapma, eylem ve talepte bulunma geleneğinin olduğu” şeklindeki beylik kalıplarla oturup kalkanların hükümete yönelik konumlanışları da bir tuhaf. Bu konularda hükümete karşı şımarık yeni gelin tripleriyle muhalefet sergileyebilen liberal zevatın, bölücülük dışındaki muhalefet etme biçimlerini ise paramiliter bir iştiha ile polisten bile önce boğmaya teşebbüs etmeleri ilginçtir.
Mesela hükümet üyelerini bir grup öğrencinin yumurta atarak protesto etmesini Ergenekon’la ilişkilendirip ihbarda bulunan liberal camia, İstanbul’da ve Tunceli’de kadın pazarlayan puşt ve pezevenklere yönelmiş öfke selini de “Yasa dışı sol örgütler, devrim hayali suya düşünce kendilerini ahlak bekçiliğine terfi ettirdiler” şeklinde değerlendirdiler.
Mevzu pislik adamların “yasa dışı” yollardan cezalandırılması olunca, Uğur Dündar gibilerin de liberaller yanında endişe paylaşımına girişmesi şaşırtıcı olmadı. Uğur Dündar Star televizyonunda hükümet kapısı soğukluğundaki o tiz sesiyle “İstanbul’da ahlak bekçiliğine soyunan terör örgütü üyeleri, mahallelerinde kadın ve uyuşturucu satıcılarına saldırı düzenlemek üzereyken yakalandılar” anonsları çekerken, nedense kimsenin aklına “madem bu adamlar şimdi devrimi bırakıp ahlak bekçiliğine soyundular, o halde bunlara bu eylem fırsatını veren ortamı kimler yaratmış da ortalık puşttan pezevenkten geçilmez olmuş” diye sormak gelmedi.
Bunları kendilerine dahi bir kez bile sormayanlar, bir de üstelik “Yasa dışı örgüt mensupları halka şirin gözükmek için uyuşturucu ve kadın satıcılarını hedef alıyor” diyerek, memleketin aslında ne büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu, ama neyse ki polisin yerinde müdahalesi ve şafak vakti operasyonları sayesinde bu teröristlere imkan verilmediğini yazıp çizdiler. Bunları yazıp çizenler, derdest edilen “örgüt mensupları”nın görüntüleri ekranlara düşünce, yumurta topukları üstünde kaykılıp göbek şişiren ve gerdan kırıp bıyık burarak derin ohlar çeken malum şahıslarla eşzamanlı genleştiklerini muhakkak bilebilmişlerdir.
Şu sıralar nedense PKK ve türevleri mevzu bahis olduğunda acayip genişlikler sergileyen bu tip aydınlar ve medya figürlerinin, en masumundan en esaslısına kadar başka siyasi ve ideolojik formasyona sahip, bölünme fantezileri dışında icraat sergileyenlere karşı en küçük bir hafifletici sebep görmeksizin ceberut ve devletçi bir dil benimsemiş olmaları, adına “aydın” denilen şeyin yalnızca piyasada oluştuğu ve değerini de ancak orada bulduğu gerçeğini kavramamıza bir kez daha vesile oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.