İsrail’le barışmak mı, İsrail’i affetmek mi?
Türkiye’den DC’ye döndükten sonra aile ile birlikte yaptığımız ilk sabah kahvaltısında sayın Davutoğlu da sofra gündemimizdeydi. Çocuklar, FP dergisinin Ahmet Davutoğlu’nu çağın 100 önemli düşünürü arasında 7. sıraya oturttuğu haberini verdiler.
Birkaç bakımdan memnun oldum:
Birincisi, bir dostumuzun yüksek muvaffakiyetiydi, ikincisi mevzu bahis olan ülkemizin dışişleri bakanıydı, bir marka isim doğmuştu, üçüncüsü vazifeye yeni geldiğinde hakkında yazdığımız Tanzimattan bu yana gelmiş-geçmiş en iyi 3 dışişleri bakanından biri olacağına dair kanaatimizdeki isabetti, dördüncüsü aynı zamanda bizim de 35 yıldır yoğurduğumuz fikirleri hayata geçirmesiydi.
Esas diyeceğimizden evvel bir küçük parantez açma zaruretindeyiz:
Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıllık yürüyüşünü şöyle çizebiliriz:
Başbakan sayın Erdoğan istemese de onu Başbakanlıkta tutmak. Süresi dolunca sayın Abdullah Gül’ü BM genel sekreteri yapmak. Davutoğlu’nu Çankaya’ya göndermek. İki dönem sonra Tayyip Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmak, Davutoğlu’nu İslam Konferansı genel sekreteri yapmak.
Bu fikri daha sonra derinleştiririz.
Notu alması gerekenler herhalde alacaktır...
Şimdi gelelim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sütun sahibi yazarlarla yaptığı toplantıya. Toplantı isabetli olmuştur. Zira çok uzun bir zamandır yazarlar görülmüyor. Halbuki medya kışla değildir. Medya yöneticileriyle toplantı yapınca bunun yazarlarla da toplanmak ve paylaşmak olduğunu sanmak son derecede yanlıştır. Hiçbir medya yöneticisi yazara talimat vermez. Böyle bir şey kimsenin aklından da geçmez.
İşte bu gerçek ve ihtiyacı da ilk defa sayın Davutoğlu yakalamış.
Bu itibarla da tebrik ederiz.
Basın toplantısında bir gazeteci dışişleri bakanına şöyle sormuş:
-İsrail’le barışmaya niyetiniz var mı, Mavi Marmara gemisini karşılayacak mısınız?
Bu sualde bir art niyet mevcut muydu? bilmiyoruz.
Ne demek barışma niyetiniz var mı? Kim, hangi tarafta? Suç işleyene, kabahati olana böyle sorulur. Davutoğlu, hayır diyemeyeceğine göre barışma niyetimiz var diye söze başlamış. İnsan aniden acaba özür ve tazminat şartından vaz mı geçildi? diye endişe ediyor. Öyle olmadığı sözün devamından anlaşılmakta. Fakat sualin tuhaflığı oldukça sırıtır şekilde ortada durmakta.
Bakan, sanki zora sokulmak istenmiş.
Bu sual, Türk dışişleri bakanına değil, İsrail tarafına sorulmalıydı. Aylardır ısrarla tekrarlandığı halde 9 vatandaşı katledilen bir devletten ne özür dileyen oldu ve ne de acı içindeki kayıp yakınlarına tazminat ödendi. Bu şartlar yerine gelirse muhatabımızı affederiz. Bizim komşularla sıfır ihtilaf programımız hayatta. Bunu yaparken İsrail hariç demiyoruz. 10 küsur yıl evvel yazdığımız yazıda ebedi coğrafyamızda Konfederasyona gidelim derken İsrail’i de dahil etmiştik. Kendini ırkçı politikalarla barışın dışına atan bizatihi İsrail’dir.
Biz barış isteyen değil, af yani özür bekleyen tarafız. Özür ve tazminat olunca benzer hatalar işlenmemek kaydıyla affederiz.
Bir medya mensubu, ne sorduğunun şuurunda olmalıdır. Temenni ederiz ki sual bir stajyer muhabire aittir. Tecrübeli bir yazar, böylesine sakat bir sual yöneltmez.
Türkçeyi iyi bilenler, bu makaleyi anlamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.