Çelişki ve çatışmasız hayat yok ama...

Çelişki ve çatışmasız hayat yok ama...

Kül rengi sabahlar! Dün de öyleydi. Çiseleyen yağmur, kurşuni bir hava, Boğaz’ın üstüne çökmüş sisin ortasında ağ çeken tek tük balıkçı motorları...
Belki de yaşadığım kasveti biraz daha koyulaştırsın diye, kül rengi sabahlara uyandığım zamanlarda ara sıra yaptığım gibi Mahler dinliyorum, Beşinci Senfoni’yi.
İyi geliyor ama...
Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin çökmekte olduğu günlerde Mahler’in bu harikulade senfonisini dinledikten sonra şöyle der:
“İnsan bu büyüleyici müziği dinlediğinde, ölüm ve yaşam temalarıyla başbaşa kalıyor. Trajik bir mücadele ve karanlık... Ama aynı zamanda ışık...
Tıpkı yaşamın kendisi gibi.
Hayat hiç bitmek tükenmek bilmeyen çelişki ve çatışmalardan oluşur. Bunlarsız hayat olmaz. İşte Mahler Beşinci Senfonisi’yle insanlık durumunun bu tarafını yakalamış.
Wagner müziği de böyledir.
Onun müziği de insana iyimserlik aşılamaz. Wagner’le insan kendine daha çok güven beslemez. Tam tersine, daha çok kuşku duyar insan.
Ama kuşkulanmak iyidir.
Kuşku duyabilen insan eğer araştırma ve yaratıcı olabilme olanağına da sahipse, bunalımdan çıkış yolunu bulabilir.” (Time dergisi, 11 Mayıs 1992)
Kuşku duymak...
Sorgulamak...
Eleştirel düşünebilmek...
Sevgili Taha Akyol’un Bilim ve Yanılgı adını taşıyan güzel ve düşündürücü kitabının (Doğan Kitap) sayfalarına da bu üç noktayla birlikte özgürlük düşüncesi damgasını vuruyor. Özellikle de Karl Popper bölümü...
Yaşamı neredeyse ‘totaliter ideolojiler’e karşı mücadeleyle geçmiş büyük filozofa kitabında geniş yer ayırmış Taha Akyol.
İyi de yapmış.
1980’li yılların başında Şahin Alpay sayesinde tanımaya başlamıştım Popper’i ve Açık Toplum ve Düşmanları’nı.
O tarihlerde yönettiğim Cumhuriyet gazetesinin siyaset ekinde, sanıyorum 1984’dü, Karl Popper’e iki sayfa yer ayırınca gazetenin içi fokurdamış, İlhan Selçuk hiç gecikmeden filozofu karşı devrimci ilan etmişti kendi köşesinde...
Taha Akyol, kitabının açık toplum, demokrasi ve Popper konusunu ele aldığı bölümünde şöyle yazıyor:
“Popper’a göre ülkeyi, devleti kim, kimler yönetmeli sorusu isabetli değildir. Böyle bir sorunun herkes için geçerli cevabı iyi insanlar, bilgili insanlar yönetmelidir falan şeklinde olur.
Sorulması gereken soru, ‘Kim yönetmeli?’ değildir, ‘Nasıl yönetmeli?’ sorusudur. ‘Yöneticiler nasıl belirlenmeli, nasıl değiştirilmelidir?’ sorusudur.
Popper’e göre bunun cevabı demokrasidir.
Demokrasi büyük kavgalar olmadan hataları düzeltebilmenin de rejimidir; tabii hataları görme, gösterme ve düzeltmek için eleştiri ve muhalefet yapma özgürlüğüyle birlikte...
Popper, 1989’da, ahir ömründe verdiği konferansta da bunları vurguladı:
‘Bizi kimler yönetmeli sorusu, Platon’un sorusudur... Bu soruyu değiştirmeliyiz. Platon’un bu sorusuna halk egemenliği yönetmeli diye de cevap verilmiştir. Fakat çoğunluğun diktatörlüğü azınlıkta kalanlar için felaket de olabilir.
Demek ki soru şu olmalı:
Nasıl bir temel siyasi düzen kurmalıyız ki, iktidarı kansız bir şekilde değiştirebilelim? Bu soru sadece iktidarı seçme modelini değil, onu değiştirme konusundaki sorumluluğumuzu da ortaya koymaktadır.’
Demek ki demokrasinin özü, yanılılırlığı peşinen kabul etmek, nerede bir yanılma işareti ortaya çıkarsa, onu deneme-sınama yoluyla düzeltme imkanını açık tutmaktır.” (sayfa 144-145)
Demokrasilerde çoğunluk azınlık... Ya da iktidarla muhalefet...
Daha hâlâ yerli yerine tam oturtamadığımız temel konular. Malûm, her rejimde iktidar vardır. Fakat sadece ‘muhalefet’e sahip olan rejim demokrasi adını taşıyabilir.
Bunu ne kadar hazmedebildik?
Bu soru hâlen geçerliğini koruyor ama yine de, Şahin Alpay’ın deyişiyle, “Türkiye konuşuyor ve değişiyor!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi