Sakın öfke biriktirmeyin!
Çağımızın en yaygın hastalıklarının başında psikolojik sorunlar gelir. Bunu her geçen gün psikologlara müracaat eden insan sayısındaki artıştan da anlamak mümkündür. Psikolojik sorunlar arasında da ‘öfke patlaması’ en göze çarpanlardan.
Öfkeyi kontrol etmek çok zordur anlamında, “Öfke baldan tatlıdır” demişler. Zira bu bal, içinde zehir barındıran türden bir baldır, hakiki bal gibi şifa vermez, hasta eder, ölüme bile sebep olabilir. Bu nedenle olsa gerek, toplum belleğimizde; “Öfke ile kalkan zararla oturur” hükmü nesilden nesile canlı yaşatılmıştır.
Öfke, öfkeye muhatap olan kişi ve kişilere duyulan öfke ölçeğinde ve tabiî imkân dahilinde zarar verir. Ama asıl zararı öfkeyi taşıyan kalbe verir. Kalbin en büyük âfetlerinin başında öfkenin de gelmesi boşuna değildir. Çünkü öfke, kalpte kin ve hased hâsıl eder ve çok çeşitli kötülükleri oraya yerleştirir.
Öfke kalbe yerleşince hem yerleştiği yeri kirletmeye hem de aklı perdelemeye başlar. Kavanozda ne varsa dışarıya da o sızar fehvasınca dinimiz de öfkenin âfetlerine dikkat çekmiş, öfkeden kaçanların faziletini işaretlemiştir.
Meselâ Kur’an’daki şu âyet câlib-i dikkattir: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i İmran 134).
Öfkenin zararlarına ve öfke kontrolüne dair birçok hadis de vardır. Bunlar arasından meşhur olan bir rivâyette; “Bir adam: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana nasihatta bulun!’ demişti. Efendimiz: ‘La tağdab, yani öfkelenme’ dedi. Nasihat isteyen adama tekrar tekrar ‘Öfkelenme’ dedi.” (Buhari: 8/35, hn. 6116).
Çeşitli rivâyetlerde Efendimiz (sas)’e sahabe tarafından; “Ya Rasûlüllah, beni cennete götürecek bir ameli söyle!”; “...bana unutmayacağım kadar öz bir nasihatta bulun” ya da “Faydalanacağım bir şey söyle, çok olmasın...” şeklinde taleplerin iletildiğini ve O’nun da “Öfkelenmeyin!” dediğini görüyoruz.
Aslında “Öfkelenmeyin!” diyen Efendimiz, öfkeyi oluşturan nedenlerden uzak durunuz, öfkenin emrettiği şeyi yapmayınız demektedir. Zira öfkelenmek insan mizacıyla alakalıdır. İnsan tabiatını inkâr mümkün değildir. Ancak Allah, insanı nefsinden ve şeytandan gelen müsibetlere karşı uyarmış, ona kılavuzluk etsin diye de vahiy göndermiştir.
Öfkeyi kışkırtan çok şey vardır; kibir gibi, şehvet gibi, istediğini elde edemeyince yaşanan hayâl kırıklığı gibi... Ama insan öfkeyi yönetmesini de bilmelidir ve bu da mümkündür. Bu mümkün olduğu için de öfkesini nasıl kullandığı hususunda insan mesuldür.
Öfkeyi yönetmek demek öfkeyi inkâr etmek değil, öfkeyi hayırlara kanalize etmek olmalıdır. Hz. Ömer fıtrî olarak çabuk öfkelenen birisiydi. Ancak o, öfkesini ihkak-ı hakta (hakkı tesis etmede) kullandı. Allah için sevdi, Allah için kızdı. Öfkesini sınırlar içinde tutmayı bildi.
Öfke hâli bir bakıma kriz hâlidir. Bu yüzden öfke krizini yönetmeyi öğrenmek selim bir kalp, kuvvetli bir akıl ve dengeli bir hayat için şarttır.
Yoksa, bumerang özelliğine sahip öfke, önce yöneldiği hedefine gider, sonra sahibine geri döner. Bu yüzden öfke biriktirmek mü’min özelliğinden değildir.
Efendimiz yine bir nasihatında; “Kuvvetli kimse, (güreşte rakibini yenen) pehlivan değildir. Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir” buyurmuştur. (Buhari: 8/34, hn. 6114; Muslim: 8/30, hn. 6809).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.