Şu vicdanî kanaat meselesi..
Başkalarının vicdanî kanaatinin, sizin geleceğinizi ipotek altına almasına izin verir misiniz? Ya da 11 kişinin vicdanî kanaatinin bir ülkenin geleceğini belirlemesine nasıl bakarsınız? Bir konuda insanda meydana gelen görüş olan “kanaat”in, objektiflik skalasında yeri nedir acaba?
Bu soruları boşuna sormuyorum elbet. Meselenin detayına girmeden önce, bu yazının kaleme alınmasını kışkırtan sebeple başlayalım. Geçen gün, Milliyet gazetesinin internet sitesinde bir haber yayımlandı: Gökçer Tahincioğlu’nun haberi, “Tuğcu: 367 kararında ne tehdit, ne ima var..” başlığıyla verilmiş. Habere göre, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını askerin “darbe” baskısı altında aldığı iddialarını yalanlayarak şöyle demiş:
“Dönemin Mahkeme Başkanı olarak, böyle bir olayın kesinlikle muhatabı olmadığım gibi ne bir komutan, ne bir asker ya da sivil kişiden bu yönde değil tehdit, ima dahi gelmemiştir. Anayasa Mahkemesi üyeleri, dâvaları her koşulda hukuka ve vicdanî kanaatlerine göre her türlü etkiden uzak olarak karara bağlar.”
Bazı köşe yazarları, sıcağı sıcağına, bu açıklamadaki çelişkilere ve inandırıcılıktan uzak olmasının nedenlerine dikkat çektiler. Ama benin kafama takılan asıl konu, “vicdanî kanaat” meselesi oldu.
Hukukî kararların, nesnel hukuk kurallarına dayanması esastır, kimseye ve hiçbir kuruma iltimas geçmeden.. İşte o zaman, şeriatın kestiği parmak acımaz.
Ama ya yasalar yoruma açıksa? O zaman da içtihad, bir diğer ifade ile, karar vericinin “vicdanî kanaati” devreye girer. İçtihadda ise, hukuk sisteminin ruhuna uygunluk ve kamu yararı öncelikle gözetilir. Bunlarla çakışmadığı zaman da itham edilen özel veya tüzel kişinin, yasada net hüküm olmadığından, maslahatı öncelenir. Sonunda, karar verici, yaptığı işin doğruluğuna ruh dünyasında bir mütmainlik hissediyorsa, görevini yapmıştır. Normalde böyle olması gerekir.
Yani, vicdanî kanaatin konuşulduğu yerde hukuk normlarının kesin olmadığı, farklı yorumlanabileceği bir durumdan bahsediyoruz demektir. Konuyla ilgili doneler, biraz da sizin kişisel tecrübeniz, ideolojik eğilimleriniz, çıkarlarınız, sevdikleriniz ve nefret ettikleriniz, aile ve çevre ilişkileriniz ağında yorumlanacaktır, demektir. Tabiî olarak beşer cinsinin kanaatinin rol oynadığı yerde bunlar kaçınılmazdır.
Anayasa Mahkemesi, 367 kararı ile, hukuka takla attırmıştır. Yapılan hukuksuzluk ise, “vicdanî kanaat” gerekçesiyle örtülmeye çalışılıyor. Bunun bir daha tekrar etmeyeceğine kim garanti verebilir ki? Hele de önümüzde ülke tarihinin en kritik siyasi dâvalarından birisi olan, AK Parti’nin kapatılma dâvası dururken!
Kritik kararı verecek olan Anayasa Mahkemesi'nin 11 asıl üyesinden 7'si ile 4 yedek üyesinin tamamı eski Cumhurbaşkanı Necdet Sezer tarafından bu göreve seçilmiş bulunmakta. Bu atamalar yapılırken sayın Sezer’in ideolojik kaygılar gütmediğini kim iddia edebilir ki?..
22 Temmuz seçimi öncesi "367 kararı"na imza atarak, Abdullah Gül'ün o dönemde Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyen heyet de bu heyetti.
ülke tarihinin en kritik kararını vermeye hazırlanan Anayasa Mahkemesi’nin üye profili, size, sıra vicdanî kanaat kullanmaya geldiğinde, objektif tavır sergileyeceklerine dair bir güven hissi veriyor mu?
Sözü eğip bükmeden söyleyeceksek eğer; ne bize, ne de başkalarına bu güven hissini vermemektedir..
Bakınız, Pazartesi gecesi, Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu, Ria Oomen ve Ruijten'in hazırladığı Türkiye raporu oylandı; 53 "evet", 2 "hayır" ve 4 "çekimser" oyla rapor kabul edildi. Kabul edilen bir değişiklik önergesinde, "AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının sonuçlarından endişe duyulacağı" ifade edildi ve "Anayasa Mahkemesi'nin kararını, hukuk devleti ilkeleri, Avrupa standartları ve Venedik Komisyonu'nun, siyasal partilerin kapatılmasıyla ilgili ölçütlerine uygun alması" temennisinde bulunuldu.
Bu ne demek? Onlar da hukukun ideolojik amaçlara araç kılınacağının endişesini taşıyorlar. Onlar da demokratik yöntemlerle elde edilemeyen siyasi sonuçların yargı diktasıyla elde edilmek istendiğinin farkındalar.
Mahkeme üyeleri ortada açık hukukî hükümler olmadığı için vicdanî kanaatlerini kullanacaklar, velev ki bu gerekçeyi kabul ettik, o zaman; “11 hukukçunun kişisel kanaati, ülke yarısının siyasi ve vicdanî kanaatini hükümsüz bırakabilir, AK Parti’yi kapatabilir mi?..” sorusuna cevap vermeliyiz. Ya da, 11 hukukçunun kanaati, ülke insanının yarısının kanaatinden daha mı önemli?
ülke siyasetinin, toplumsal barışın, ekonominin kaderi 11 kişinin vicdanî kanaatinin insafına mı kaldı yani? 11 kişi 70 milyonu etkileyecek vicdanî kanaatlerini kullandıklarında, bu onlara ağır gelmeyecek mi?..
O zaman referanduma gidelim, halk topyekûn olarak vicdanî kanaatini kullansın! Bu daha âdil ve daha nezih olmaz mı?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.