Oryantalizmin sinemadaki derinliğine dair
“Muhteşem Yüzyıl” dizisi oryantalizmin Doğu perspektifinin Doğu’nun evlatlarına ne kadar derinden nüfuz ettiğini ve bunun hâlâ çok derinlerde seyrettiğini bir daha göstermiştir.
Kadın ve Aileden sorumlu devlet bakanı Selma Aliye Kavaf da; “600 yıl boyunca üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluktan bahsediyoruz. Osmanlı’yı o şekilde anlatmak doğru değil” diye tepki göstermiş ve haklı olarak bunun “oryantalist bir bakış açısı” olduğunu belirtmiş. Sayın Kavaf’ın işaret ettiği bu “oryantalist bakış” etkisini ıskalamamak gerek.
Bu oryantalist bakış, Türk sinemasında kurucu ve senaristlerine tâ başından beri nüfuz etmiş bir gerçektir. Öyle ki, Yeşilçam’ın bu esas üzerine inşa edildiğini söylesek abartmış sayılmayız. Neden mi böyle düşünüyorum?
Siyaset, edebiyat, müzik ve reklam gibi birçok alanda yakın tarihimizde iz bırakmış Sabetay kökenli İpekçi ailesi ülkemizde sinema sektörünün kurucusudur.
1920’lerden itibaren üç kuşak sinema işletmeciliği, film ithalatçılığı ve ardından da film yapımcılığı yapmış bir ailedir İpekçi’ler. 1930’larda sinema sektörü İsmail Cem’in babası İhsan İpekçi’nin kontrolü altındadır.
İhsan İpekçi amcası Kani İpekçi ile birlikte 1928’de “İpek Film” şirketini kurmuş, Amerikan film şirketlerinin Türkiye temsilciliğini ve dağıtımını yapmıştır. Türkiye’de ilk sesli film stüdyosunu 1932 yılında İpek Film kurmuştur. 1934 yılında ise FİTAŞ ve sinema salonları işletmeciliği ile iştigal eden SİNTAŞ’ı kurmuşlardır.
Batı’yı Türk toplumuna model olarak gösteren ve geleneksel yapıyı, dindarlığı, Osmanlı’yı sert eleştiren, çarpıtan filmlere imza atmışlardır. Bu yüzden dönemin bazı milletvekilleri tarafından Türk tarihini tezyif etmekle suçlanmışlardır.
Atilla İlhan gibi önde gelen solcu aydınlar da bu şirketi Amerikan kültürünü yaymak ve gerçekleri çarpıtmakla itham etmişlerdir.
Yeşilçam’ın ülke gerçeklerini tahrif ettiğini, çarpıttığını ve hatta bir “kendinden nefret etme” hissiyatı pompaladığını söylemek abartı olmaz.
Bu meyanda o kadar örnek var ki, hangisini zikredesin! Meselâ Halide Edip’in “Vurun Kahpeye” romanı üç kez beyazperdeye aktarılmıştır. Bu filmde aydın öğretmen Aliye, şeytan karakterli, padişah yanlısı Hacı Fettah ve taraftarları tarafından önce taciz sonra da linç edilir. Seyircilere yobaz dindarların bu ülkenin aydınlanması önünde engel oldukları fikri aşılanır.
1970’lerde uç vermeye başlayan Milli Sinema bir denge unsuru oluşturmaya başlasa da oryantalist bakış açısı sinemaya hep hâkim olagelmiştir.
Bu sinema Müslüman toplumun tarihine, dinine, kültürüne, din büyüklerine hep aşağılayıcı tarzda yaklaşmış, önyargılarla negatif imajlar üzerinden gerçekleri tahrif etmiştir. Din hocaları yeryüzünün en lanetli insanları gibi tasvir edilmiştir.
Maalesef laik devlet de, laikliğin gereği olarak tarafsız kalması gerekirken, aksine Yeşilçam’ın bu kendinden nefret etme hastalığını desteklemiştir. Çünkü devlet mâziyle ilişkisini tamamen silmek ve toplumu batılılaştırmak istiyordu. Bunun için de oryantalizmin Doğu gerçeğini altüst eden perspektifine sığınmıştır.
Yeşilçam’ın toplumun değerlerini hedef alan ve tarihini çarpıtan malûm yaklaşımını Türk toplumunu esir alan birçok dizi, bugün bir misyon olarak sürdürmektedir. Bunun kaldıraç gücü de, tekrar altını çizecek olursak, oryantalist bakış açısıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.