Irak artık bize ‘Irak’ değil
2010 yılında Irak son derece hareketli bir dönem yaşadı. Mart ayında yapılan seçimlerden sonra aylar boyunca hükümet kurulamadı. Esasen seçimlerden çıkan sonuç, böyle bir krizin habercisiydi. Türkiye’nin aktif olarak destek verdiği Ayad Allavi’nin listesi, seçimlerden birinci olarak çıkmasına rağmen, hükümet kuracak bir denklemi oluşturamadı.
Önemli ölçüde Sünni Arapların ve Türkmenlerin içinde yer aldığı bu liste, kuşkusuz oldukça geniş bir temsile sahipti. Ancak Irak denkleminin geçmişten en temel farkı, Şiilerin aktif biçimde sistemde yer almasıydı. Dolayısıyla da geçmişte siyasi üstünlük ifade etmeyen sayısal çoğunluk, işgal sonrasındaki seçimlerde Şiileri öne çıkaran bir etken oldu.
Genel nüfusun takriben % 60’ından fazlasını oluşturan Şiiler, iki ayrı listeyle girdikleri seçimden, hükümet senaryolarının en güçlü adayı olarak çıktılar. Aylar süren müzakerelerin ardından, İran’ın da etkisiyle iki Şii liste birleşti ve sonuç itibarıyla Kürtlerin de desteğini alarak hükümeti kurdular.
***
Kuşkusuz Türkiye’nin Allavi tercihi, günü birlik hesaplarla yapılmış ve sonuçsuz bir proje değildi. Ankara, başından itibaren Sünni Arapların siyasi sistemde olmalarına çok ciddi destek verirken, Şiilerin sistemdeki nüfuzlarının giderek artacağını öngörmüştü. Nüfus ve bölgesel dengeler açısından bakıldığında Şiilerin iktidarda ağırlıklarının artması kaçınılmaz olsa da, en azından Sünnilerin Bağdat’ta varlıklarını sürdürmesi önemliydi.
İki büyük Şii grupla iktidarı paylaşan Kürtler, bu tabloya rağmen Türkiye’ye olan yakınlıklarını devam ettirme yönünde güçlü sinyaller verdiler. Bir başka açıdan Kürtler, Türkiye’nin Bağdat’taki gücünün de önemli bir boyutunu oluşturuyor.
***
Burada dikkatlerden kaçan önemli bir gelişme, İran’ın bölgedeki en önemli siyasi aktörlerden birisi olan Mukteda Sadr’ı yeniden sahneye sürmesi oldu. Direniş döneminde gücünü hissettiren genç ve hırslı Sadr, üç yıldan fazla bir zamandır İran’da kalıyordu veya kalmak zorundaydı. Kısa bir süre önce Irak’a döndü ve sahnedeki varlığını hatırlattı.
Önceki gün Sadr önemli bir adım daha attı ve Irak’ın en etkili dini otoritesi Ayetullah Ali Sistani’yi Necef’teki evinde ziyaret etti. Geçmişte Şiilerin ‘hırçın’ çocuğu olarak görülen Mukteda Sadr, öyle anlaşılıyor ki, Irak’ta etkinliğini artırırken, bu tür dengeleri çok daha fazla gözetecek. Şunu da öngörmek herhalde yanlış olmaz. Sadr, Irak’ın yeni döneminde adından çok daha fazla söz ettirecek bir aktör. Onunla ilgili her gelişmede Tahran’ı da dikkate almak gerekiyor.
***
Böyle bir tabloda Türkiye’nin etkinliğini devam ettirebilmesi, birbirine bağlı birkaç adımın atılmasına bağlı. Ankara, Sünni Araplarla olan ilişkisini, her durumda ve siyasi şemsiyelerinin parçalanmasına izin vermeden devam ettirmek zorunda. Şimdilik Allavi etrafında birleşmiş gibi görünen Sünni Arapların, böyle bir aktörle yola devam edip etmeyeceğini ise doğru hesaplaması gerekiyor.
İkincisi, bunu yaparken Kürtlerle kurduğu iyi ilişkileri zedelemek bir yana, daha da ileri götürmek durumunda.
Biz de ne yazık ki seçimlere doğru giderken bu tür sorunları yönetmek her zamankinden daha zor hale geliyor. Hatta dış politika neredeyse konuşulmaz hale geliyor. Ancak şu gerçeği gözden kaçırmayalım. Kuzey Irak ve geniş ölçekte Irak, artık Ankara için bir dış politika meselesi olmaktan çok daha farklı bir yerde duruyor.
Yani Irak, artık siyasi merkeze ‘ırak’ bir yer değil.