Mem u Zin’de Mevlânâ etkisi
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, (1207-1273), Anadolu ve İran coğrafyasında tasavvufî etkisi en fazla olan bir şahsiyet olarak, bu coğrafyada kendinden sonra oluşan sûfî edebî geleneğin belirleyicisi hâline gelmiştir. Özellikle Mesnevi’sinde dile getirdiği hikmetler ve semboller, kendinden sonra gelen edebî şahsiyetler tarafından da kullanılmış; hikmetleri açıklamak ve hafızalara yerleştirmek üzere anlattığı fıkralar da topluma mâl olup günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır.
Mevlânâ’nın Mesnevi’sinin en etkili beyitleri, bizzat kendisinin dikte ettirdiği ilk 18 beyit olmuştur. Mesnevi ile uğraşanlar, bu beyitleri, Mesnevi’nin özü olarak görürler. Yani Mevlânâ, Mesnevi’sinin geri kalan binlerce beyitlik kısmında, ilk 18 beyti açıklamıştır.
Mesnevi’nin ilk iki beytinin Türkçesi şöyledir: “Dinle neyden hikâyet etmede/ Ayrılıklardan şikâyet etmede/ Beni bir sazlıktan kestiklerinden beri/ İnlememden kadın erkek ağladı.”
Anlaşılacağı üzere, Mevlânâ burada sembolik bir dil kullanmıştır. Beyitlerdeki ney/kamış/saz, “kul/insan” demektir; “neyistan/sazlık” ise Allah’ın katıdır. İnanışa göre bedenler yaratılmadan önce ruhlar yaratılmış ve Allah, elest bezminde (Halk arasında yaygın olarak “Kâlû belâ” denir.) ruhlarla konuşmuştur. Bu, insanların Cemalullah ile son karşılaşmalarıdır. Ondan sonra insanoğlunun bedensel yaratılma süreci başlamış ve bu dünyaya gönderilmiştir. İslam coğrafyasında teşekkül eden tüm edebî geleneklerde, bu ayrılma anı derinlemesine işlenmiş ve buna bağlı olarak yoğun bir hasret duygusu bu edebî geleneğin en fazla üzerinde durduğu konulardan biri olmuştur. Öyle ki, tasavvufî gelenek dışında şiir söyleyen şâirler bile bu ayrılma anını ve ondan sonra çekilen hasreti yüzyıllarca şiirlerinde işlemişlerdir.
Elest bezmine göndermede bulunarak ve bunu, Mevlânâ gibi “ney” sembolü ile işleyenlerden birisi de, şiirlerini Kürtçe söyleyen Ahmed-i Hânî (1651-1707)’dir.
Ahmed-i Hânî, ilk bakışta bir aşk hikâyesi gibi görünen; ancak bu aşkın arkasına fon olarak tasavvufî aşkı koyduğu Mem u Zin adlı mesnevisinin Hâtime’sinde, kamış kaleme hitap ederken, Mevlânâ’nın tasvir ettiği ayrılık sahnesini kurgular. Kamış kalem, Ahmed-i Hânî’ye şöyle hitap eder: “Ney bûm û di ‘alema neyistan/ Mey bûm ne bi deste meyperestan/ Gava ku te ez birim ji sâzî/ Ne denge di min hebû ne gâzî/ Te dûr kirim ji nik hevalan/ Mehcûr kirim milk û malan.” Bu beyitlerin Türkçesi şöyledir: “Ben bir ney’dim ve ney âlemindeydim/Şaraptım ama içenlerin elinde değildim/ Sen beni sazlıktan götürdüğün zaman/ Ne sözüm vardı benim, ne de feryâdım/ Uzaklaştırdın beni arkadaşların yanından/Terk ettirdin bana ülkemi ve âilemi.”
Mevlânâ’nın beyitleriyle Ahmed-i Hânî’nin beyitleri karşılaştırıldığında, her ikisinin de aynı sahneyi, Allah katından ayrılma sahnesini işledikleri görülmektedir. Beyitlerde sözü edilen sazlık ve ney’in ayrıldığı sazlık, Allah katıdır. Mevlânâ, sazlıktan ayrılan kamışı (Allah katından ayrılan kul), musıkî âleti olan ney olarak tasavvur etmiş; Ahmed-i Hânî ise aynı kamışı kalem olarak kurgulamıştır. Ayrıca, Ahmed-i Hâni, bir beytine şarabı da ilâve etmiştir ve bu şarap süflîlerin elindeki şarap değil, İlâhî aşkın sembolü olan şaraptır. Mevlânâ’nın beyitlerinde, ayrılıktan dolayı feryat edenler, kadın erken, tüm insanlardır; Ahmed-i Hânî’nin beyitlerinde feryat eden, bizzat kalemin kendisidir; yani yazı yazılırken çıkardığı sestir.
Ahmed-i Hânî, Mevlânâ’dan aldığı tahmin edilen imgesel söyleyişte, özgün olma amacı güderek bazı farklılıklar yapmış olsa da, onun, kelime hazinesi ve genel olarak imge kurgulaması açısından Mevlânâ’nın etkisinde kaldığı görülür.
Şeyh Galip (1757-1799)’in, Hüsn ü Aşk’ın esrârını Mesnevi’den alması gibi, Mevlânâ’nın ölümünden 317 yıl sonra yazılmaya başlanan Mem u Zin’de de Ahmed-i Hânî’nin ilhamını Mesnevi’den aldığı açıktır.
¥
Yukarıdaki tespitler, Mem u Zin’in metin neşrindeki küçük ayrıntılar yerine içeriği ve toplumsal fonksiyonu üzerinde durulursa, daha iyi sonuçlar alınabileceğinin göstergesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.