Özgürlük bir ideolojinin, bir zorbanın, bir dinin ayakları altında çiğne
Kitap okumayı o kadar çok özlüyorum ki. En çok da roman ve yaşam öyküleri. Bir köşeye çekilmek ve sadece okumak...
Ama olmuyor, yapamıyorum.
Elimin altında bekleyen kitaplar bana vicdan azabı çektirmeye devam ediyorlar.
Bizim gibi gazete köşelerinde ömür tüketenlerle dalgasını geçenler vardır, arada bir derler ki:
Yazmaktan okumaya vakit bulamazlar!
Ben de biraz böyleyim.
Güncel politikanın bu ülkeye özgü tımarhane benzeri labirentleri arasında koşturup haftada altı yazı çıkarmak ve ara sıra da kitap yazmak derken okumaya fazla vaktim kalmıyor.
Evet öyle.
Oysa okumak lazım.
Ne sıkıcı bir giriş, farkındayım.
Kitabı, özellikle edebiyatı öteden beri olağanüstü önemserim. Hayal gücünün kitaplarda, romanlarda özgürce dolaşabilmesi beni mutlu etmiştir.
Çünkü eleştirel ruh nedir, eleştirel düşünce nedir, bu sayede biraz daha öğrendim.
Bu konuda, Perulu romancı ve Nobel Edebiyat Ödülü’nün yeni sahibi Mario Vargas Llosa bakın ne diyor:
“Roman ve öykü olmasaydı, özgürlüğün hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, bir ideoloji ya da bir dinin ayakları altında çiğnenmesinin hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık.
Edebiyatın bizi yalnız güzellik ve mutluluk düşlerine daldırmakla kalmadığı ve edebiyatın aynı zamanda her türlü baskıya karşı gözümüzü açtığı konusunda kuşku duyanlar, yurttaşların davranışlarını beşikten mezara kadar denetim altında tutmaya kararlı tüm rejimlerin edebiyattan niçin bu kadar korktuklarını, onu bastırmak için neden sansür sistemleri kurduklarını ve neden gözlerini bağımsız yazarların üstünden ayırmadıklarını sorsunlar kendilerine...”
Vargas Llosa’yı ben 1980’lerde sevgili Celal Üster’den, Cumhuriyet’te birlikte çalışırken öğrenmiş ve çok sevmiştim, sadece romanlarıyla değil, siyasete bakışıyla da...
Yukarıdaki alıntıyı da Celal Üster’in Cumhuriyet Kitap’taki köşesinde okudum(*).
Vargas Llosa şöyle devam etmiş:
“Okuduğunuz o iyi kitaplar olmasaydı, şimdikinden daha kötü durumda, daha uzlaşmacı, daha itaatkâr olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamesi bile okunmazdı.
Yazmak gibi okumak da, hayatın yetersizliklerine karşı bir protestodur.
Hayatta eksik olanı roman ve öykülerde ararken var olan hayatın, sonsuza duyduğumuz açlığı -insanlık durumunun temeli- dindirmediğini ve daha iyi olması gerektiğini düşünürüz.
Öyküleri ve romanları, yalnızca tek bir hayatımız varken, pek çok hayatı yaşayabilmek için yaratırız.
Edebiyatın yarattığı ve hiçbir zaman tam olarak erişemeyeceğimiz o güzel yaşama, bizi biraz olsun yaklaştıracak her şeyi yansıtan liberal demokrasiyi, bütün sınırlılıklarına karşın savunmalıyız.
Bağnazların caniliğine karşı çıkarak, hayal etme ve hayallerimizi gerçek kılma hakkımızı savunmalıyız.”
İyi ki edebiyat var, daha iyi bir hayat için...
İyi pazarlar!