Cinayet Üzerinden Siyaset
Tunus’ta yaşananlar bu sıralarda İslâm dünyasıyla ilgili gündemin merkezine oturduğundan diğer bazı önemli gelişmeler onun gölgesinde kaldı. Bunu biraz normal karşılamak gerekir.
Çünkü Tunus’ta gerçekten önemli bir hadise oldu. Başkanlık koltuğuna zamk gibi yapışan ve neredeyse insanların nefes alıp vermelerini bile izne bağlamaya kalkışan bir zalim diktatör uçağının nereye ineceğini bile belirlemeden ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Fakat bu arada Lübnan’da da önemli siyasi gelişmeler yaşanıyor.
Lübnan’da iç savaş sonrasında bir bakıma uzlaşmanın adamı olarak ülkeye getirilen ve 1992’de Başbakan olan Refik Hariri’nin öldürülmesiyle ilgili sözde “uluslararası soruşturma” ülkede yine istikrarı dinamitlemeye başladı.
Sözün başında, bizim Hariri’nin öldürülmesi sonrasında hazırladığımız bir dosyaya dikkat çekmek istiyorum. Onun hayatı, öldürülmesi, uğradığı suikastın tarzı ve ardından izlenen siyaset hakkında ayrıntılı bilgilerin yer aldığı ve bir ara üç aylık dönemlerle çıkan Kudüs dergisinin 6. sayısında yayınlanan bu dosyamızı web sitemizde (www.vahdet.com.tr) bulabilirsiniz.
Hariri, 1989 Taif Anlaşması’ndan sonra farklı siyasi akımların üzerinde ittifak ettiği bir orta çizgi siyasetçisi olarak ülkeye dönüp 1992’de başbakan oldu. Bir yandan siyasi uzlaşma zemini oluştururken bir yandan da gerek işgalci siyonistlerin 1982-85 işgalindeki saldırıları ve gerekse iç savaş yüzünden bayağı yıkıma uğrayan Lübnan’ın yeniden imarı için yoğun çalışmalar başlattı. Bu yönüyle Lübnan açısından siyasette Turgut Özal’ınkine benzer bir konum kazanmıştı. Bir dönem hükûmet dışında kaldıktan sonra 2000 yılında yeniden başbakan oldu ve 21 Ekim 2004 tarihinde bazı ihtilaflardan dolayı istifa etti. İstifasının üzerinden dört ay geçmeden 14 Şubat 2005 tarihinde de alelade bir örgütün planlaması ve infazı mümkün görülmeyen, epey bir imkân ve takip gerektiren korkunç bir suikastla öldürüldü.
Normalde Hariri’yle ilişkilerinde bazı sorunlar yaşayan uluslararası emperyalizm öldürülmesinin hemen ardından, ona yönelik suikast üzerinden siyaset yürütme ve bu olayı özellikle bölgeyle ilgili politikalarının baskı aracı olarak kullanma çabalarını da başlattı.
Lübnan’da daha önce gerçekleştirilen ve görev başındaki devlet yetkililerini hedef alan siyasi cinayetler hakkında “uluslararası soruşturma” başlatma ihtiyacı duymayan uluslararası güçlerin bu kez böyle bir soruşturma başlatma kararı alması dikkat çekiciydi. Bununla birlikte soruşturmanın bir yönlendirme doğrultusunda yapılması, sorgulamanın sürekli hedef gösterilenler üzerinde yoğunlaşması amacın hadiseyi aydınlatma değil suçlu ilan edilenleri mahkûm etme olduğunu gösteriyordu. Yani sorgulamanın “suçluyu bulduk, delil arıyoruz” havasında yapıldığı dikkatten kaçmıyordu. Dolayısıyla bugün gelinen noktada da cinayetin aydınlatılmasından ziyade bölgeyle ilgili politikaya şekil vermede bu cinayetten yararlanmanın hedeflendiğini söylemek mümkündür.
Söz konusu soruşturmayı yapan mekanizma başlangıçta daha çok Suriye üzerinde yoğunlaşıyordu. Sonra Hizbullah ile Suriye arasındaki ilişkileri nazarı dikkate alarak onu da işin içine katmaya çalıştı. Hizbullah ise iddiaları kesin bir şekilde reddetti ve cinayetle ilgisinin olmadığını dile getirdi.
Çağdaş emperyalizmin istediği Lübnan’da istikrarı yeniden tamamen sarsarak hem bu ülkeyle hem de bölgeyle ilgili politikalarının önünü açmaktır. Hariri cinayeti üzerinden, “uluslararası yargı” kılıfında yürütülen stratejiyle hedeflenen de budur.
Filistin’de gayri meşru sultasını sürdüren siyonist işgal doğudan ve batıdan iki önemli dikta rejimiyle güvence altına alındı. Doğudan Ürdün batıdan da Mısır iki tampon güç gibi işgal sultasını koruyor. Sadece kuzeyden böyle bir tampon güce kavuşamamıştır. Uluslararası emperyalizmin Lübnan’la ilgili planlarının başarılı olması kuzeyden de böyle bir güvenceye kavuşmasını sağlayacak ve o zaman içerideki direnişe daha cüretli bir şekilde saldırma ve yüklenme imkânı elde edecektir. Fakat temenni ediyoruz ki bunu elde edemeyecekler. Tam tersine Tunus’taki halk devrimi siyonist rejime hizmet eden Ürdün ve Mısır diktasını da korkutmaya başlamıştır. İnşallah bizim umduğumuz onların da korktukları gerçekleşir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.