Hizbullah’ı doğru anlamak
Kriz dönemleri her bakımdan öğreticidir; özellikle de dış politikada. Bir krizi nasıl algıladığınız, ne şekilde yönettiğiniz ve bu süreçte hangi araçları kullandığınız; gücünüzün ve gelecekte neler yapabileceğinizin yansımasıdır.
Lübnan, özellikle 2005 itibarıyle Türkiye’nin aktif ilgi alanında yer alıyor. Refik Hariri suikastinin ardından yaşanan her krizde Ankara bir şekilde adından söz ettirdi.
Hizbullah’ın hükümeti devirmesiyle uluslararası çapta önem kazanan sorun, dünyanın ve bölgeye ilgi gösteren aktörlerin bazı gerçekleri hala kavrayamadığını ortaya koydu.
***
Hizbullah, yakın geçmişte İsrail’i yenilgiye uğratırken, bir yandan kendi ülkesinde meşruiyetini sağlamlaştırdı. Diğer yandan da Ortadoğu’da kendisine duyulan sempatiyi artırdı. Bugün Lübnan’da bazı Hıristıyan grupların ve Sünni Müslümanların Hizbullah’a verdiği desteğin kabaca özeti de bu aslında.
Bugün bölge dışı aktörler ne derse desin; Hizbullah, silahsız bir örgütün siyaseten anlamsız olduğunun çok iyi farkında. Bu nedenle de kısa vadede silah bırakmasının nafile bir beklenti olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Öte yandan İsrail’in Hizbullah’ı sadece ‘savaşan bir örgüt’ çizgisinde tutma çabası ya da ABD’yi arkasına alarak ‘terörist’ ilan etme çabası, bölgenin dengelerinde çok farklı sonuçlar üretiyor.
Burada çoğumuzun gözden kaçırdığı bazı gerçekler var. Evet, bu örgütün Lübnan sahnesinde bu denli belirleyici rol oynamasında İran bir dış faktör olarak önemli rol oynadı. Bölgede uluslararası sistemle İran arasındaki mücadelede Hizbullah her zaman güçlü bir kart oldu. Ancak tüm bunlar, örgütün asıl dinamiklerini görmemize engel olmamalı.
***
Ulus devletlerin, hele de sömürge dönemi sonrasında ortaya çıkan zayıf yapıların yüzleşmekte zorlandığı gerçek şu: Bu rejimlerin toplumsal meşruiyetleri zayıf ve nüfuz edemedikleri alanlarda direniş örgütleri sahne alıyor. Zaman içinde de sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası haline geliyor. Bu aşamadan sonra onları ‘terörist’ diye tanımlamanız anlamsız. Benzer bir öyküyü Hamas üzerinden de okuyabiliriz.
Sosyal ve ekonomik hayatta var olan ve savaşın yıkıntılarında perişan olan bir toplumun imdadına koşan bir örgütü, bu kadar hafife almak, Lübnan’ı anlamamızı zorlaştırmakla kalmıyor. Bu da, ülkedeki krizlere çözüm getirmek için atılan adımları, daha başından geçersiz hale getiriyor.
***
Bir gerçek daha. Hizbullah’ı, Suriye ve İran’dan uzaklaştırmak üzerine kurulu bir politik kurgunun başarı şansı olamaz. Çünkü buram buram ‘yeni sömürgecilik’ kokan bir yaklaşım. Ankara, ‘üçüncü yol’ olma özelliğini daha sağlam kılmak istiyorsa, bu dinamikleri doğru anlamak zorunda.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Lübnan Hizbullah’ı ile görüştüğü için eleştirenler, bu tabloya yeniden bakmalı. Bu ziyaret ve yapılan temaslar, kesinlikle doğru bir yaklaşımın sonucudur. Elbette kısa vadede çözüme katkısı, en azından elle tutulur düzeyde olmayacaktır.
Şu sorunun cevabı çok değerli. Hizbullah’ı bölgesel desteklerinden arındırıp uluslararası sistemin insafına mı terketmek istiyoruz? Yoksa gerçekten kendi ülkesinde siyasi sistemin meşru bir parçası olmasına katkı sağlamak mı?
Bu ikisi arasındaki fark, Ankara’nın bölgedeki gücünü ve etkinliğini belirleyecek kadar önemli.
Ve tekrar tekrar şu gerçeği hatırlayarak. Emek, zaman, kaynak harcamadan ve dinamiklerini doğru okumadan kimse sizinle yol arkadaşı olmaz.