Devrimin cinsi kadife rengi turuncu adı da Yasemin olmaz
Liberaller şimdi de Mısır ve Tunus derslerine başladılar.
Büyük pankartlar, flama ve bayraklar yerine tek kişilik yuvarlak kafa dövizleriyle “birey” göndermeli dişe dokunmaz gösteriler yapmakla mahir liberaller, bu günlerde dünyanın neresinde bir hareketlilik olsa orada Açık Toplum Enstitüleri çıkışlı birtakım bay ve bayanların herkesi “ötekisiyle” buluşturup “We Are The Children” şarkısı söylediklerini sanıyorlar.
Durumun hiç de böyle olmadığının anlaşıldığı zamanlarda ise “sol görünümlü sağ sosyolog” Ferhat Kentel gibi, “Mısır’da halkın orduya yönelik attığı olumlu sloganlar pek hoş değildi” diyerek, “pis gerçekliğin muhteşem teoriyi berbat etmesi” karşısındaki hayal kırıklığını yaşıyorlar.
Güçleri yetse ve sesleri ulaşabilse, Türkiye’de İslamcılar karşısında geliştirdikleri ukala tavırdan ilham alarak, Hüsnü Mübarek’in posterini yırtan yüzbaşıya “o posteri yırtarak militer bir davranış sergileyeceğine ayağındaki hâki postalı çıkar da fıstık yeşili bir converse giy bakalım” diye akıl verecekler.
Henüz nereye varacağı, gerçek bir devrime dönüşüp dönüşmeyeceği belli olmayan Kuzey Afrika’daki bu hareketlerin bir tür “ikinci cumhuriyet” eşiği olduğu ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin siyaset icrası olarak görülmesi gerektiğini Ahmet Altan şu ifadelerle ilan etti bile: “Günümüzde bilgisayarların ‘aklına ve matematik disiplinine’ uygun olmayan toplumsal sistemlerin yaşama şansı bulunmuyor… bu deprem Kuzey Afrikada’dan gelip, Arap Yarımadası’nı yukarıya doğru kat ederek İran’a kadar ulaşacak demektir.”
Burada son durağı İran olarak zikretmesi boşuna değil. Anlaması kıt, aklı havada bazı muhafazakarların kafasına çakmak istiyor.
Altan bu depremin nasıl bir nitelik arz ettiğini Sovyetlerin yıkılmasından sonra eski komünist ülkelerin bugün Avrupa Birliği üyesi olarak “çağdaş, demokratik ve özgürlükçü” rejimlere kavuştuklarını hatırlatarak izah ediyor.
Yani bu anlatımın tefsiri; eski Doğu bloku ülkelerindeki Sorosçu kadife devrimler, Kuzey Afrika’dan başlayarak bütün İslam dünyasını etkisi altına alıp halkları ve yönetimleriyle birlikte bu bölgeleri de kapitalist dünya sistemine kâmilen entegre edecek.
Kapitalist dünya sisteminin her ülkeye kendi tarihsel ve toplumsal şartlarına göre dayattığı modellerden payına düşeni “tek adam diktatörlüğü” olarak yaşayan Mısır, Tunus, Yemen gibi ülkelerle, kimi zaman oligarşik diktatörlük kimi zaman da adına demokratik denilen iğdiş ve kimliksiz bir kadercilikten başka bir şey olmayan Türkiye, Malezya gibi ülkelerin toplumsal buhran dönemlerinde birbirinin o kendine mahsus yönetimsel modellerini ödünç almaları yeni bir durum değil.
İkide bir kartları ve adresleri değiştirerek “model ülke” deyip durdukları şey bu.
Bu aslında o ülkelerin iç siyasi dinamiklerinin birer başarısı değil, onların hepsini bir kukla oynatıcısı gibi yönetebilen kapitalist dünya sisteminin başarısıdır.
Bunun en canlı örneğini şu sıralar çok yalın biçimde yaşıyoruz.
Hüsnü Mübarek onlarca insanın öldüğü Cuma gecesi ABD’ye “BOP’un engellenmesine izin veremeyiz” mesajını göndererek bağlılık yeminleri ederken, Batılı ülkelerin Mübarek’e alternatif olarak sivrilttiği Baradey ise aynı gece “Mısır’ın içine kapanmasına, çağdaş ve demokratik dünyadan yalıtılmasına izin vermeyeceğiz” diyerek, kendinden beklenen kadife rolü layıkıyla oynayacağını ilan etti.
Nasıl bir yaranma yarışı ama.
Belki de bu yüzden birileri erken davranıp Ukrayna, Gürcistan esinlenmesiyle Mağrib’deki olaylara Yasemin, Begonya gibi kadınsı adlar yakıştırıveriyor.
Belki de bu yüzden Tunus’ta ve Mısır’da atılan antiemperyalist sloganlar haber kanalları tarafından karartılıyor.
Bu yüzden yerel diktatörleri aşarak ABD ve İsrail’e yönelen öfke seli örtbas ediliyor.
Bu yüzden Ferhat Kentel’in üç öğün tekrarladığı ancak bir tek fotoğraf karesinin bile ekranlara yansımadığı “Hıristiyanlarla Müslümanlar Mısır’da el ele birey hakları için polisin karşısına dikildi” laylaylomu pompalanıp duruyor.
Yanlış anlaşılmasın biz “Müslüman memleketlerde devrimin esaslısı Hıristiyansız olanıdır” demiyoruz. Ancak göz göre göre birileri tarafından yapılan bu sulandırmalar da not edilmelidir.
Mesela 1979’da İran devrimi yaşanırken gösterilere katılmayan Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerin de burunları kanamamıştı. İran’da o hiç kesilmeyen “Allahu Ekber” sesleri, Allah’ın Şah’tan da ABD’den de büyük olduğunu bir “yüksek siyasi bilinçle” kavrayanlar tarafından kapitalist dünya sisteminin karşısına konuyordu. İran’daki savunmasız bir avuç gayrimüslimin değil. Yani Ferhat Kentel’in kaygısı boşuna olduğu kadar, boşboğaz bir yerli-müsteşrik alışkanlığıyla gereksiz bir Batıcıl anaçlık namınadır.
***
Bir kere “devrim” erildir; rengi turuncu, cinsi kadife olamaz. Ezcümle hakiki bir devrime Yasemin adı verilemez.
Dişil olan halktır, tıpkı vatan gibi. O bakımdan düşman kuvvetlerinin vatanı zapt, halkı esir etmesi, namusa kastla eş görülür.
Mesela “Fransa Devrimi” demezsiniz; Fransız Devrimi dersiniz. Çünkü Fransa ülkeyi imler. Fransız ise iradi olanı, yani erili, yani Fransa’yı istiklale kavuşturacak olanı betimler.
Birileri Ukrayna ve Gürcistan’dan ilham alarak Mağrib ve Ortadoğu’yu adına devrimci irade konulan halklar diyarı değil de halkların gazozuna ilaç atılan “yaseminler pavyonu” yapılmasını arzu ediyor olabilir.
İnşallah arzu ettikleriyle kalırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.