Türkiye’yi yok sayan muhalefet

Türkiye’yi yok sayan muhalefet

Bir Türkiye modeli var mı yok mu, varsa etki alanı nedir? Dahası onu nasıl bir gelecek bekliyor? Tüm bu soruları Tunus ve Mısır’da ortaya çıkan ayaklanmalarla birlikte daha fazla konuşuyoruz. Cevaplar bir yana, henüz doğru soruları ortaya koyabildiğimiz bile kuşkulu.

Bölgemizi sarıp sarmalayan olaylar zincirine, Türkiye’nin tepkisiz kaldığı ya da en azından bugüne kadar dile getirdiği dış politika tezleriyle uyumlu bir duruş sergilemediğini iddia edenler var.

Gerçeğin bundan fersah fersah uzakta olduğunu pekala biliyoruz. Sekiz yıldır AK Parti iktidarda ve açıkçası Ankara’nın dış politikadaki ilgi alanı, yakın geçmişle kıyas kabul etmez biçimde ve içerikte genişliyor. Burada ortaya konulan tezleri, bugünden yarına hemen gerçekleşecek ya da anında sonuç verecek bir beklentiyle izlemek yanlış. Hadi iyi niyet kötü niyet ayrımı yapmayalım. Ama sözgelimi Mısır’da olup bitenle ilgili Türkiye’yi, özellikle de hükümeti ‘tavırsız’ kalmakla suçlamak, ancak böyle bir algıyla mümkün olabilir.

***

Gerçekten öyle mi, önce şu cümlelere bakalım:

‘İktidarların görevi, halkın sesine, haykırışına, taleplerine kulak vermektir. Burada tekrar tekrar ifade etmekte fayda görüyorum; Mısır’da uluslararası gözlemcilerin denetiminde düzenlenecek serbest ve adil seçimler yoluyla evrensel, demokratik ilkelere uygun yeni bir hükümete düzenli geçiş sağlanmalıdır. Geçiş süreci derhal başlamalı ve kısa olmalıdır. Geçici hükümet ittifakla belirlenmelidir. Geçişin bir takvimi olmalıdır.’

Bunlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önceki gün grup konuşmasında yaptığı Mısır değerlendirmesi. Mesajlar gayet açık; serbest ve adil bir seçim. Demokratik ilkelere uygun bir hükümet ve tüm bunların derhal bir takvime bağlanıp hayata geçirilmesi.

***

Bir gerçeği daha hatırlayalım. Yakın bir tarihe kadar ‘Başbakan Arap sokağına seslenmeyi seviyor. Oysa bir de oradaki rejimler var, onları dikkate almak lazım’ diyenler, şimdi adeta Erdoğan’ı Tahrir Meydanı’na gitmemekle suçluyor.

Oysa burada bakılması gereken, Türkiye’nin son yıllarda sergilediği duruş ve tutarlılık. Gazze konusundaki tepkisi, tavrı ve politikaları, elbette sadece İsrail’e verilen mesajlardan ibaret değildi. Keza, Türkiye’nin Filistin’de Hamas’la ilgili tavrını ‘ideolojik’ diye yansıtmaya çalışanlar, ortaya çıkan yeni tabloda kimin haklı olduğunu görmüş olmalılar.

Bir kez daha hatırlayalım. Davos’taki ‘one minute’ tavrı, Türkiye’nin yanı başındaki sorunlara, çatışma alanlarına sırt çeviren ve her durumda halka rağmen ayakta duran rejimleri baş tacı eden yaklaşımının bittiğini ifade ediyordu. Bunun kapsama alanında sadece İsrail’in olmadığını muhtemelen çok yakın bir gelecekte hep birlikte göreceğiz.

***

Burada en önemli sorun, Türkiye’nin bu yeni ve etkin kimliğinin dışarıda anlaşıldığı kadar içeride kabul görmemiş olması. İki büyük muhalefet partisinin olup bitenle ilgili yaklaşımları, meseleyi iç politika minderinde tutmanın ucuz hesaplarından başka bir şey ifade etmiyor.

2011 seçimleri, bu yönüyle de hayli ilginç bir yarış olacak. Bölgenin ve dünyanın adeta kaynadığı bir dönemde, dış politikada herhangi bir tezi olmayan iki siyasi parti, olup biteni doğru okuyan ve Türkiye’nin ilgilerini bu yönde şekillendiren bir anlayışla rekabet edecek.

12 Haziran 2011 sonrasında, Türkiye’nin dünyadaki rolünü doğru anlayan ve bu yöndeki politikaları daha hızlı karar alarak hayata geçiren bir iktidarla, çok daha büyük mesafeler alınacak. Umudumu koruyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi