AKP’nin “3 y vaadi” ve basın özgürlüğü… (2)
Türkiye’nin malî sisteminin “2001 krizi”yle patlamasının onuncu yılında yoksulluk ve yolsuzluk ne yazık ki artmış. Yeni bir “kriz” ve “patlamanın ötelendiğinden bahsediliyor.
Sekiz yıldır ekonomide “Derviş yasaları” aynen tâkip ediliyor.
Ne var ki kamu kaynaklarının kullanımının istismarıyla, yolsuzluklarla, özellikle özelleştirme ihâlelerine fesat karıştırmalarla, kayıtdışı ekonomi ve kara parayla gelir dengesi gittikçe bozuluyor.
En vâhimi, soygun ve yolsuzluk ekonomisi ile küresel büyük sermayenin yanı sıra siyasî iktidara yakın kesimin haksızca zenginleşmesine karşı, halkın fakirleşmesi. Ve bunun Türkiye’de topyekûn siyaseti yaralamasının yanı sıra sosyal patlamaya zemin hazırlaması…
İlk AKP hükûmetinin kurulduğu gün bizzat Erdoğan tarafından “Âcil Eylem Plânı”nda “dokunulmazlıkların kaldırılması” sözü verildiği halde, iktidar partisi çeşitli bahanelerle bundan kaçınıyor. Yolsuzlukların önünü kesip siyaseti arındıracak düzenlemelerden kaçınılıyor.
“Bu hukuk düzenı ile hesap sorulamaz!”
AKP hükûmetinin ilk döneminde ekonomiden ve özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in, “Meclis’te 700’ü aşkın dokunulmazlık dosyası olduğunu belirtip, “Başbakan’ın üç tane dosyası var. Vekiller bu dosyayı Meclis’te oylayabilirler mi? Bu hukuk düzeni ile kimse hesap soramaz” yakınması, bunun ikrarı.
Şener’in ironi bir ifâde ile “Kolay mı sanıyorsunuz, vekilliği, bakanlığı bırakacaksınız, dokunulmazlık gömleğini çıkaracaksınız?” sorusuyla Cumhuriyet tarihinin en ağır ve yaygın yolsuzluk iddialarını gündeme getirmesi, dikkat çekici.
Dahası, referandumda kabul edilen son “anayasal değişiklikleri”nde, vatandaşların ve sendikaların yerli-yabancı şirketlerin kamu özelleştirme ihâlelerinde yargıya başvurmanın yolunun kapatılması, kanayan yaraya âdeta tuz biber ekmekte.
Kısacası, AKP iktidarı “3 y”nin ikisinde iflâs etmiş; üçüncüsü olan “yasaklarla mücadele”de ise, siyasetin demokratikleştirilmesi ve özellikle inancını yaşama, din eğitimi ve öğretimi ile düşünceyi ifâde özgürlüğü üzerindeki “yasaklar”la başarısız kalmış.
Uluslar arası düşünce kuruluşlarının “2010 raporları”yla ifâde özgürlüğü, kategorisinde Türkiye 95. sırada.
“Türkıye hazir değıl”mış…
Diğer yandan 12 Eylül ve 28 Şubat’tan kalma “yasaklar” devam ediyor...
Yüzbinlerce öğrenciyi hak kazandıkları eğitim hakkından eden yasadışı “başörtüsü yasağı” ve meslekî-teknik liselerin mezunlarını mağdur eden “katsayı haksızlığı” sürüyor. “Kur’ân kursları” üzerindeki “YAŞ yasağı” duruyor.
2005’ten bu yana her “AB ilerleme raporu”nda Ankara’ya bildirildiği halde, siyasî partiler ve seçim sistemi AB kriterlerine göre düzeltilmiş değil. Parti genel merkezleri partilerin teşkilâtlarını atadıkları gibi, milletvekili ve belediye başkanlarını da atıyor.
Yargının belirlediği parti üyelerinin doğrudan seçimiyle hâkim nezâretinde önseçimle aday listeleri belirleneceği “seçim sistemi” olmadığından, halk genel başkanların belirlediği listelere ve adaylara oy vermek zorunda bırakılıyor…
2002 seçimlerinde olduğu gibi seçmenin yüzde 45’inin temsil edilmeyip Meclis dışında bıraktıran, temsilde adâleti sağlamayan, iktidar partisine yüzde 35-46 oyla yüzde 65 milletvekili sağlayarak Meclis’in üçte ikisini dolduran ve hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan yüzde 10 seçim barajlı muallel sistem sürüyor.
Her fırsatta “ileri demokrasi”den dem vuran Erdoğan, “siyasî sistemin ıslâhı”na dair talepleri, “Türkiye hazır değil” diye geçiştiriyor…
İşte Türkiye’nin refah ve kişi özgürlüklerinde oldukça düşük notla sınıfta kaldığı kırılgan süreçte AB’nin müzakere sürecinde dikkat çektiği en önemli noksanlıkların başında gelen “basın özgürlüğü”nü tartışıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.