Barışın Türkiye'ye maliyeti
Suriye ile İsrail arasında muhtemel bir barış anlaşmasının imkanları ve varsa bunun hangi şartlarda gerçekleşebileceği medya kanalları üzerinden tartışılıyor. Burada tartışmayı daha hareketli -renkli de diyebiliriz- hale getiren Türkiye'nin arabuluculuk üstlenmiş olmasıdır. Gerçekten Türkiye'nin böyle bir anlaşmada rolünün sadece arabuluculukla mı sınırlı kalacağı da ayrıca merak konusu. Nitekim benzer girişimlerde mesaj taşımaktan öte bir rolü olmamıştı Ankara'nın. Bu anlamda Ankara, İsrail'le diplomatik ilişkisi olmayan Pakistan'ı ikna ederek İsrail'i tanımasını sağlamıştı.
Benzer biçimde Suriye'nin yumuşatılarak Annapolis'e katılmaya ikna edilmesi de Ankara'ya düşmüştü. Ama hepsi bu kadar. Muhtemelen ne İsrail ne de Amerika, Suriye ile İsrail arasında bir anlaşma zemini oluşursa bu konuda Türkiye'yi masada görmek istemeyecektir.
Asıl sorun zamanlama olarak İsrail'in Suriye ile neden şimdi barış yapmak istiyor oluşudur. Ya da İsrail gerçekten Suriye ile barış yapmak istiyor mu şeklinde bir soru her zaman için gündemde.
Bölgede dengeleri etkileyecek böylesi bir anlaşmanın gerçekleşebilmesi için Amerikan desteğinin, yaptırımının ve de icazetinin olması gerektiğini tahmin etmek güç değil. Artık bölge ülkelerinin fiilen komşusu haline gelen Amerika'nın İsrail'i ilgilendiren bir düzenlemede taraf olmaması mümkün değil.
Böyle bir anlaşmayla Amerika'nın sadece İsrail'in güvenliği açısından ilgilendiğini kimse iddia edemez. Bu süreçte Amerika aktif olarak ilgileniyor ve bunu da İsrail'in bölgesel ilgileriyle birlikte senkronize olarak ilişkilendiriyorsa bölgesel aktörleri hesaba katmak zorundayız.
Suriye ile İsrail arasındaki muhtemel bir anlaşmanın gerçekleşmesinden çok sürecin işlemesi ve bunun için de talep edilecek önşartların yerine getirilmesi barıştan daha stratejik değer taşımaktadır.
Daha açık biçimde İsrail'in Suriye'den barış karşılığında yerine getirilmesini isteyeceği şartların başında Suriye-İran ilişkilerinin gözden geçirilmesi olacaktır. Bu şartın öne çıkması bile hem ABD hem İsrail'in Suriye'yle neden barış masasına oturmaya sıcak baktıklarının da açıklaması olabilir.
Ortadoğu'da İran-Suriye arasındaki stratejik ilişki Amerikan-İsrail ekseninin önünde en büyük engel olarak durmaktadır. Bu eksen üzerinden Amerika 'mikro soğuk savaş stratejisi' yürütmektedir.
Eğer İran nükleer silah edinme konusunda geri dönülmez bir noktaya gelir ve bu durum karşısında Amerika doğrudan veya İsrail vasıtasıyla müdahale etme ihtiyacını hissedecek olursa Suriye faktörü kaçınılmaz olarak devreye girecek demektir. Kısa ve orta vadede İran'la bir şekilde hesaplaşmak zorunda kalacağını düşünen ABD'nin İran'ı müdahale etmeden önce hem askeri hem stratejik imkanlardan mahrum bırakmayı, her anlamda kuşatmayı deneyeceğini tahmin etmek zor değil.
Suriye ile barış ister gerçekleşsin ister gerçekleşmesin, masaya oturması bile İran'ın yalnızlaştırılması anlamına gelecektir. Suriye'nin lojistik ve stratejik desteğinden mahrum kalan bir İran'ın İsrail tehdidini Lübnan sınırında karşılaması kolay olmayacaktır.
Böylelikle İsrail sadece Araplar arasında askeri anlamda en fazla tehdit eden ülkeyi devre dışı bırakmakla kalmış olmayacak aynı zamanda Hizbullah tehlikesini bertaraf etmiş olacaktır. Bu durum ise İran'ın her türlü müdahaleye açık hale getirilmesi demektir.
Bölgesel aktör olmaya çalışan, en azından niyet eden Türkiye bu güç dengesinin neresinde duruyor? Sanıldığının aksine bu oyun Türkiye'nin mesaj taşımasından öte bir anlam taşıyor. Paradoksal biçimde Suriye-İran hattının barış adına koparılması Türkiye'yi çok zor bir duruma düşürecektir.
Yalnızlaştırılmış bir İran'a muhtemel bir saldırı ister istemez Türkiye'den bazı taleplerin gündeme gelmesi demektir. İran diğer Müslüman bölge ülkeleriyle bir şekilde ilişkilerini düzeltirken aynı zamanda İsrail ve Amerika ile de iyi olmak gibi “sihirli formül” geliştiren Türkiye'nin arabulucu olacağı bir anlaşmanın tam tersi bir sonuca hizmet edeceğini tahmin etmek hiç de güç değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.