Ergenekon ve inandırıcılık...
Sabah erken oturdum bilgisayarın başına. Ama yazı çok geç çıktı!
Belki ortalık toz duman olduğu için, belki her şeyde sapla saman karıştığı için, belki de kafa karışıklığından gecikti yazı...
Bilemiyorum.
Önce internette gazeteleri şöyle bir taradım. Birinci sayfalara, manşetlere, köşelere baktım.
Dedikodu sitelerine de uğradım.
Televizyon haberlerini biraz izledim, sohbetlere kulak verdim.
Vakit geçti.
Ama yazı konusu çıkmadı.
Tabii biliyorum, aslında o kadar çok şey var ki yazacak. Anlaşılan bazı konuları yazmak içimden gelmiyor, bazılarına da bulaşmak istemiyorum.
Ortalık gerçekten toz duman.
Çok şey var çirkin olan...
En iyisi, bugünlere ilişkin bazı düşüncelerimi satır başlarıyla özetlemek.
Erdoğan ve basın özgürlüğü...
Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün kötüye gittiği konusundaki genel yargı, bazı haklı nedenlerle içte ve dışta yaygınlaşıyor. Ve bu açıdan Avrupa Parlamentosu’nun dün kabul edilen Türkiye raporu Erdoğan hükümetine dönük olarak son yılların en sert eleştirilerini içeriyor.
Ergenekon ve inandırıcılığı...
Avrupa Parlamentosu Türkiye raporunda haklı bir eleştiri ve uyarı da Ergenekon davasıyla ilgili. Bu davanın Türkiye’de demokratikleşmeye ilişkin önemine işaret edilirken, Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklamalarının Ergenekon’u gölgelediği belirtiliyor. Bunun gibi haklı bir eleştiri de, tutukluluk sürelerinin kendi başına cezaya dönüşüyor olması...
Ergenekon ve özel hayat...
Ergenekon’un inandırıcılığını, ciddiyetini baştan beri olumsuz etkileyen, Ergenekon ve Balyoz davalarını sulandırmak isteyen odaklara malzeme sağlayan konulardan biri de, ‘özel hayat’la ilgili merak ya da özensizliktir. Bunun son talihsiz örneğine meslektaşım Nazlı Ilıcak muhatap oldu. Eski deyişle kel alaka, Ergenekon davasıyla ne alakası var bütün bunların?..
Taha Akyol’dan savcıya...
Hukukçu yanı güçlü olan değerli meslektaşım Taha Akyol dün Milliyet’teki köşesinde, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e iki noktada ‘ölçü kaçıyor’ uyarısı yapmıştı:
“Şüpheliden, sanıktan gizlenen delil olamaz. Soruşturma elbette gizlidir ama kişiyi suçlayan, yani kişi hakkındaki deliller kişinin kendisinden ve avukatından gizlenemez. Bu kurala titizlikle uyuluyor mu?
Gazetecinin faaliyeti, mesleğin kurallarının dışına çıkmışsa bu ‘meslek kusuru’ olabilir, başka bir suç da olabilir ve basın tarihinde örnekleri az değildir...
Ama ‘terör örgütü üyesi’ suçlaması yapabilmek için gazetecinin faaliyetlerinde ‘şiddet’ unsuru bulunmalıdır: Darbe toplantıları yapmak gibi, silah, bomba depolamak gibi, ‘hazırlık eylemleri’ sayılacak maddi fiiller gibi... Bunlar yoksa, ‘itibarsızlaştırma, kamuoyunu psikolojik olarak hazırlama’ diye suç unsuru olamaz. Bu kurala özen gösteriliyor mu?
Bu iki açıdan da kaygılarım var.”
Ayfer İklim olayı...
Baykal, Kılıçdaroğlu, Ergenekon tutuklusu Soner Yalçın ve de adı gizli bir Ak Parti yöneticisinin isimlerini bir araya getiren ‘Ayfer İklim olayı’ndan da kötü kokular yükseliyor. Komplo, şantaj ve de gazetecilik etiğini lime lime eden belirtiler... Nedir, bilemiyorum.
Beş bin soruşturma, dava...
Star’daki köşesinde Şamil Tayyar dün basın özgürlüğü derken bir noktanın gözardı edilmesinden haklı olarak yakınıyordu:
“Üç ayrı davada aldığım 50 aylık mahkûmiyet kararı bir kenarda duruyor. Sayısını unuttum, diğer ceza davaları sürüyor. Son bir yılda ödediğim tazminat miktarı ise gazetenin ödediği hariç, eski parayla 30 milyarı geçti. Sevilay Yüselir’in, Mehmet Baransu’nun, Adem Yavuz Arslan’ın başına gelenler ortada. Ergenekon ve Balyoz’un üzerine giden yüzlerce gazeteci, 5 bin civarındaki soruşturma ve davayla boğuşuyor. Ne hazindir, OdaTV operasyonunda tutuklanan Sait Çakır, bu davaların 1600’ünü açan Savcı Ali Çakır’ın kardeşi...”
Şamil Tayyar’ın tepkisi, yargıdan kaynaklanan böylesine büyük bir ‘kuşatma’ karşısında sessiz kalıp, sadece OdaTV-Şener tutuklamalarında meydanlara çıkanlara yönelik...
Yazım nihayet bitti.
Türkiye seçimlere giderken anlaşılan her geçen gün biraz daha karışacak, kutuplaşacak.
Allah herkese biraz kuvvet, biraz sabır, biraz izan eylesin!