Despotluğun üstünlüğü
Despotluğun üstün tutulduğu yerde hukukun sözü geçmez. çünkü hukukun sözünün geçtiği yerde despotluğa yer bulunmaz. Hukukun üstün bir değer sayılması, hukuka riayetin her şeyin, her çıkarın önüne alınmasını gerektirir. Bazı çıkarların zedelenmesi pahasına da olsa, hukukun, kendi iç gereklerine riayet edilmesi hususunun bir ahlâk haline getirilmemiş olduğu yerde, hukuka riayet edilip edilmemesi de, kişilerin keyfine kalmış olur. Bu da zaten, orada hukukun üstün bir değer olarak sayılmadığına delalet eder.
Hukuka riayet etmeyi ahlâk haline getirmiş olması beklenenlerin başında da, bizzat hukukçuların yer alması beklenir. Bir ülkede hukuka riayeti eğer hukukçuların kendileri şiar edinmemişse, başkalarından, kim, ne bekleyebilir ve ne umabilir?
Hukuk nezdinde (ve elbette hukukçu nezdinde), ortada bir suç varbulunuyorsa, orada bir de bu suçu (fiili) ika ettiği sanılan bir sanığın varbulunduğu düşünülür. Ama sanık mahkeme önüne çıkartılıp hakkında mahkemece verilen kararın kesinleşmesine kadar sadece ve sadece sanık hükmündedir; suçlu hükmünde değil... Sanığın suçu mahkemece sabit bulunduğu ve buna dair karar kesinleştiği anda, sanık suçlu haline dönüşür.
İmdi, sanığın suçlu haline getirilmesi sürecinde, savcının elde ettiği ve mahkemeye sunduğu delillerin payı elbette belirleyici rol oynar. Ancak savcı delillerini toplarken hukuka riayet etmek zorundadır. Hukuka riayet edilmeksizin elde edilen ve mahkemeye sunulan delilleri de mahkemenin dikkate almaması gerekir. çünkü ortada, hukukça öngörülmüş bir adaletin tecellisi için zemin hazırlanmaktadır. Böyle bir zeminin de, gene hukuka uygun olması gerekir. Aksi takdirde mahkemenin verdiği kararın hukuka uygun olup olmadığı sorusu ortada kalır. Şaibeli bir kararın da, tarafları hukuken tatmin etmesi nasıl sağlanır, bellidir.
İnsan, bütün bu bilinen şeyleri tekrarlarken utanıyor; kendini ders veren biri pozuna düşmüş gibi duyumsuyor. Ama bu ülkede, hukukçuların ve en başta onlardan bazılarının bu bilgileri (hatırlaması değil, fakat) öğrenmesi gerektiği gerçeği, karşımızda odun gibi bir somutlukta duruyor.
Hukuk yönünden, bu ülke sütten ağzı yanan insanlarla dolu. Yassıada mahkemelerinde, bir telefon memuresinin, bir telefon konuşmasını korsan biçimde dinleyip kaydetmesi ve kayıt bantlarını o "mahkeme"nin savcısına vermesi, savcının da bunu mahkemeye sunması unutulmuş olmasa gerek. "Mahkeme" olan bir mahkemenin böyle bir bandı savcının suratına fırlatması gerekirken, onun da bu kayıtları meşru bir delil gibi kullanması ve sanıklar aleyhine karar vermesi, daha da feci bir hukuk skandalı oluşturmuştu.
Olay, sanıkların düşman telakki edilmesinden kaynaklanıyor. Bazı mahkemeler bu düşmanlığa yataklık yapmaktan çekinmiyor. Böyle olunca sanık mevkiinde bulunanlara hukuk değil ve fakat despotluğa mahsus kuralları uygulamakta beis görülmüyor, hukukî sakıncalar göz ardı ediliyor.
Yukarıdaki satırların yaklaşık on yıl önce kaleme alındığını söylersem manzarada bir değişiklik olmadığı anlaşılır sanırım. Demek hengâme devam ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.