Bırakın bu ayakları kardeşim!

Bırakın bu ayakları kardeşim!

1 Mayıs görüntüleri hiiçç hoş kaçmadı. “İlla Taksim” de öyle. Türkiye, “Taksim'e sokmayız” ile “Taksim'e gireriz” dalaşmasının yol açtığı sahnelere layık mıydı? Hiç de değil. Oysa çok daha geniş bir alanda, çok daha geniş bir katılımla, rengarenk 1 Mayıs kutlanabilirdi pekala. Yazı işçileri, kol işçileri yayan yapıldak katılırdık, niye olmasın! Sendika temsilcileri de organik işçi sınıfı aydınları da gider Taksim Anıtı'na çelenklerini koyarlar, o me'şum, o kanlı 1 Mayıs 1977'yi hatırlatırlardı. Tabii hep birlikte lanetlerdik hala kayıplarda olan katilleri de, hala işbaşında olan provokatörleri de. Yazık!

Yazıklanmamız gereken bir husus daha var ki, en fazla yazıklanması gerekenler de sendikacılar olsa gerek. 1977'de hayatını kaybedenlerin yakınlarına şimdiye kadar “Haliniz nicedir? Darda mısınız, darlıkta mısınız, aç mısınız, açıkta mısınız?” diye soran olmamıştır. İşçi sınıfı, emek dayanışması diyoruz da hani nerde sınıf dayanışması arkadaşlar? Soruyorum, Taksim Meydanı'nda hayatını kaybedenlerin dul kalan eşlerine, yetimlerine mesela DİSK maaş bağlamış mıdır? Yoksa bütün mesele, “Taksim'e de gireriz, Hükümeti de döveriz” afra tafrasından mı ibaret? Buysa, hayıflanmak için bir neden daha bize..

Bu arada 36 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs 1997'de Başbakan Süleyman Demirel'dir. Dolayısıyla 1 Mayıs'ın siyasi sorumluluğu üzerinden düşmemiştir.. 1991-1993 yılları arasında bir kezz daha Başbakanlık ettikten kelli Turgut özal'ın vefatıyla en yüksek makama da ermiştir. Yedi yıl Cumhurbaşkanı olarak çankaya'da oturuvermiştir. Lakin hiçbir zaman “Yahu neydi şu 1 Mayıs, bakalım. Hadi o dönemde elimiz kolumuz bağlıydı, şimdi çok şükür en tepedeyiz. Ayıptır, günahtır, ahı kalır üstümüzde. Kaldıralım karanlığı gaari” falan demedi hatırladığım kadarıyla. Yoksa, “iktidar olduk muktedir olamadık birader” havalarında mı geziyor dersiniz. Hani, Bülbülüm bağ gezerim, aşığım dağ gezerim, yüz yerde yüz yarem var, el sanır sağ gezerim.

Laf lafı açmışken, şu “ayaklar, başlar” mevzusuna da acizane tarih düşürmem gerekiyor galiba. çoban ve demokrasi, çoban ve filozoflar meselesine bir iki laf çakmışken şimdi kaçmak erliğe yakışmaz. “Ayakların baş olduğu yerde kıyameti bekleyin” sözüne Başbakan Erdoğan açıklama getirdi.. İETT yıllarına gönderme yaparak işçi kökenli bir siyaset adamı olduğunu da belirtti ayrıca. İşçilere karşı küçümseme barındıran bir cümle olarak göremeyiz bu yüzden. En azından kendi varlığını inkar etmek anlamına gelmez mi? Gerçi çıktığı kabuğu beğenmeyen o kadar çok insan var ki, Başbakan Erdoğan onlardan değil. Her lafı lastik gibi oraya buraya sündürenler de bir vakıa! “Ayaklar” lafını “ayak takımı”na kadar sündürdüler. Ne bu? Tatara titiri! Sündür baba sündürrr. Başbakan hem İETT'de arslanlar gibi top koşturmuş, hem sosyal sigortalardan bordro. O halde niye kendi ayaklarına kurşun sıksın?


Londra'nın Ertuğrul özkök'ü elini çabuk tutmuş..

Ertuğrul özkök, Hürriyet'in 60. Yılı sayısı için 11 gazetenin yayın yönetmenini bir fotoğraf karesine sığdırma fikri “çakma” çıktı. Akşam'dan Oray Eğin diyor. Meğer Vanity Fair dergisi İngiltere'nin Babıali'sini(Fleet Street) temsilen 12 yayın yönetmenini bir kareye sığdırmış geçen Mart'ta. Ee n'olmuş? Kaptan özkök de 11 yayın yönetmenini toplamış. Arada bir sayı var. Serdar Turgut mızıkçılık yapmayıp da kareye dahil olsaydı eşit duruma gelecektik. Allah müstehakını versin, Fleet Street karşısında Babıali'ye puan kaybettirdi. Independent'ın yayın yönetmeni de mızıkçının biriymiş! O da kareye girmeyi reddetmiş. İyiki, yoksa iki puana çıkacaktı fark. ölee Londra, New York, Paris seyyahı çelebisi olmadığımdan naşi, haydiii tarihe seyrüsefer.. Türk karikatürünün babası Cemil Cem, galiba 1918'de (belki daha da sonra) payitahtın ünlü kalemlerini Veliefendi At Yarışları çayırı'n da toplayıp resmetmiş bir yağlı boya tabloda. Abdülhak Hamit, Samipaşazade Sezai, şair, romancı, fıkracı, kim varsa. Yani? Fikir bize aittir. Cemil Cem'in suyu mu çıktı? çıktı. Cemil Cem'i Hıncal Uluç'un yazı-kök babası magazinci-gazeteci Cemil Cahit Cem'le karıştıran çoooktur, bu bir. Cemil Cem'in kalemi 1929'da Ankara'da kırılmıştır. En en yüksek yerden “İyisin hoşsun, ama artık çizme” denilerek İstanbul Belediye meclisi üyeliğine posta edilmiştir, karikatürzededir, bu da iki. Neden mi? Cem(mizah dergisi)'de Halk Partisi'nin kudretli simalarını ti'ye almıştır. “Ah vergisiz bir memleket olsa” türünden muzırlıklar filan. Lakin Nafia Vekili Receb Peker'e toslamıştır. Berberleri bilirsiniz, gıy gıy da gıy gıy. Muzır berber müşteriye havaların soğukluğundan söz etmektedir, karikatürde. “Bu Cemaziyulahir böyle geçerse arkasından ne geleceği malum beyim” demektedir. Malum, öyle mi? Memlekette bir tane Receb vardır, o da Receb Peker'dir. ölee Receb Ayını kastettim filan, yemezler. Cumhuriyetin muhbir vatandaşları Peker'e gammazlarlar. çenesi düşük berberin faturasını Cemil Cem'e çıkayıylar kaydeeşş. Cem dergisi kapatılır, Cemil Cem'in kulağı bir güzel bükülür. Kalemini oracıkta kırar Cem Usta, bir daha da karikatür çizmez. İdam gibi bir ceza işte!


Dostluğa dair bir güzelleme..

Yazımın başlığını “eski düşman dost olmaz” diye mi koysaydım? ölee düşman müşman lafları hoş kaçmaz ya.. Hele de benim gibi yazıcıysanız, hiç. Neden düşman olacakmışız ki? Yaşam paylaşmaktır, kavga paylaşamamaktan kopar. Neydi o toz duman, 28 Şubat? Bakın İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar aralarında anlaştılar, Osmanlı'yı paylaştılar. Yediler içtiler, artakalanı sonrakilere. İkinci büyük savaşı hatırlayın! Kıvırcıklar (Fransızlar Alamanlara ölee derler) dünyanın göbek salatasını tek başlarına iç etmek istediler de ne oldu? Tabutta rövaşata, kendin oldun göbek salata.

Canlar, elalemin arpa davası için telef etmeyin kendinizi. Yok yere düşman edinmeyin. Fethi Gemuhluoğlu abimizin “Dost ol kişidir ki öldürülmesi muhakkak ve mukadder olan gecede Peygamber-i Ekber'in yatağında yatar” diye andığı, başımızın tacı, günlümüzün süruru Hazreti Ali'miz ne demiş; “Dostlukta aşırı gitme, belki o dostun bir gün düşmanın olur, düşmanlıkta da aşırı gitme, kimbilir o düşmanın bir gün dostun olur.” E lafı oraya kaydırıyorsun, buraya kaydırıyorsun, mevzuya gel efendi! Tabii. Vüüyy, 28 Şubat'ın balans ayarlarından sorumlu çevik Bir Paşa, haremlik-selamlık uygulaması da olan bir tesisin olağanüstü danışmanıymış. E neydi o öyle, “İnanamazsın, filan tesiste türbanlılar görülmüş şekerim” muhabbetleri? “Tesettür oteline özel plaj kovuşturmaları” falan? “Aman türbanlılar denize girmesinler, güneşi zaptetmesinler” diye kazma kürek yıkılan çitler? Geçin! Tarihte nokta bile olabilemez. Suya yazın! Kazdağları'nın oralarda, Güre'de açılan tesislerin büyük ortağı, AK Parti'den belediye başkan aday adayıymış bir ara. Küçük ortaklardan biri AK Parti'li eski bir milletvekilinin eşiymiş. Ey ahiler, Türkiye'nin fotoğrafıdır bu. Şaşırıp, topaç olmayın! öteki Türkiye, Beriki Türkiye yoktur. Aslı astarı sudur, özlediğimiz Türkiye budur? El ele, kol kola, mutlu yarınlara. Darısı emekli maaşına talim eden Vural Savaş'ın başına.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi