Yılmaz Öztuna

Yılmaz Öztuna

Atatürk’ün ömrü yetseydi II. Cihan Harbi’ne girerdi

Atatürk’ün ömrü yetseydi II. Cihan Harbi’ne girerdi

Atatürk dönemi Türkiye Cumhuriyeti (1923-1938), Avrupa tarihinin en karakteristik, otoriter ve totaliter Sol ve Sağ diktatörlüklerle yönetilen İki Cihan Savaşı Arası (1918-1939) dönemi ile örtüşür. Demokrasi, mahcup durumdadır, Kuzey-batı Avrupa’ya sıkışmıştır.
Atatürk’ün askerî ve siyasî dehâsı kabûl edilmişken, dış politika dehâsı dikkatlerden kaçmıştır. Millî Mücadele’yi İngiltere’ye karşı veren Atatürk, o savaşta kendisini tutan Rusya’dan keskin olduğu derecede üstatça manevra ile Batı’ya dönmüştür.
Hiç ele alınmayan, özellikle kaçınılan bir konu, Atatürk’ün, o derecede dış politikada tecrübeli ve Fransızca’yı ana dili gibi bilip konuşan diplomatlarımız varken, dış politika ile hiç ilgisi olmamış 39 yaşında bir generali, İsmet Paşa’yı, kurtların bir araya geldiği Lozan’a gönderdiğidir. Niçini başka bir yazı konusudur, inşallah yazarım. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki, bir vakit önce barışı sağlamak isteyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, Lozan’da epey taviz verilmesini göze almak durumunda kaldı. Sonra bu tavizleri Batı’dan büyük maharetle geri aldı ki, en önemlisi Boğazlar Meselesi’dir. Türk Boğazları (yani İstanbul ve Çanakkale Boğazları) sorunu, 19-20. yüzyıllar Avrupa siyasetinin büyük meselelerinden biri idi, tarihçiler bilirler.
Lozan’da Boğazlar meselesi, Osmanlı’nın bıraktığından daha büyük tavizler verilerek çözümlenmişti. Atatürk, İkinci bir Cihan Savaşı’nın çıkacağından emin, Avrupa’nın boğaz boğaza girmek üzere bulunduğu 1936’da, Türkiye’nin bağımsızlığının eksik tarafı olan Boğazlar meselesini ortaya attı. Montrö Anlaşması ile lehimize çözümledi. Anlaşmayı Türkiye, o yılların cihan devleti İngiltere, müttefiki Fransa, komünist Rusya, Japonya, Avustralya, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya imzaladı. Birleşik Amerika ve İtalya gibi devletler sakıncalı bulup imzalamadı. Bu suretle 1918 öncesi gibi Boğazlar’ın tam kontrolü Türkiye’ye geçti. Tabii ne Atatürk, ne dünyada hiçbir devlet, yarım asır sonra yüz bin tonluk tankerler oluşacağını akıllarından geçirmediler.
Hatay sorunu da Atatürk’ün çok kararlı tutumu ile lehimize çözümlendi. Atatürk bunları yoksul, çok yoksul, fakat son derece gururlu ve onurlu, nüfusu 20 milyona erişmemiş bir Türkiye ile yaptı, Romanya’nın nüfusu bizimkinden fazla idi. Atatürk’ün eseri olan Balkan ve Sâdâbâd Paktları‘nı da başka yazıma bırakıyorum.
Atatürk, İngiltere ve Fransa ile ittifakları da hazırlayarak öldü. Birleşik Amerika’ya sempatisi biliniyor. Almanya’nın imparatorluk döneminde de, Hitler döneminde de, dış politikasından ve hâlâ dünyanın birinci kara ordusuna sahip bulunmasından hiç hoşlanmadığı da mâlûmdur (1918-1933 arası Weimar Cumhuriyeti’dir).
Atatürk’ün Hitler’in belâ çıkaracağına inandığı ortadadır. İngiltere-Fransa demokrasilerine, hattâ Amerika’ya yanaşmaya, iyi ilişkiler, hattâ ittifaklar kurmaya çalışmaktadır. Rusya’da Stalin’i antipati ile izlemektedir. Gökalp ekolünden olduğu için Atatürk, açık şekilde dünya Türklüğü ile birinci derecede ilgilidir. Buna turancılık (panturanizm) deniyordu. Çin Türkistanı ile de ilgisini, Orgeneral Abdüniyâz Bey Uygur’un Çin’e karşı başlattığı hürriyet savaşını dikkatle izlediğini biliyoruz.
Atatürk’ün demokrasi dünyasına yaklaşması, demokrasileri beğenmesi, Türkiye için de düşündüğünün kanıtıdır. Ancak uzun olmayan hayatında radikal demokrasiye atacak zamanı bulamadı. Ama totaliter dünya ile değil, demokrasi dünyası ile ittifaka girmesi, niyetinin açık delilidir. Hem de 1938 dünyasında en gelişmiş teknik, teknoloji, sanayi, ilim, kültür, kimyadan felsefeye, tarihten coğrafyaya her alanda ve mutlak şekilde askerî alanda birincilik, Almanya’da olmasına rağmen...
Ben Atatürk’ün 1943 baharında Müttefikler yanında Cihan Savaşı’na gireceğinden de eminim. Atatürk’ün ve İnönü’nün mizacını yakından tanıyan her tarihçi, İnönücülük ile başı dönmemişse, ancak bu fikirde olabilir. Tabiatiyle Türkiye, 2 yıllık bir savaştan sonra çok kârlı çıkacaktı.
Bugün Türkiye, Erdoğan’a tamamen bağlı ve Erdoğan’a tamamen karşı ikiye ayrılmış durumdadır. Referandumda görüldü. Seçimlerde de aynı sonuç görülecektir. Seçimlerden sonra, her parti fikir dünyasını muhafaza etmek şartıyla, cephe oluşturmaktan kaçındıkları oranda Türkiye kazanacak, artık çok geciktiğimiz gerçek demokrasiye geçebilecektir. Osmanlı ile Atatürk’ü beraber kucaklamak, dengelemek, bunun için şart görünüyor. Osmanlı’yı inkâr yolu ile Atatürkçülük artık mümkün değildir.
Atatürk’ü 1938’de öldüğü anda fikir dünyasını donduran Atatürkçüler, 1948 ve 1958’e kadar (67 ve 77 yaşına kadar) Atatürk’ün ne derecede çağa uyum sağlayıp Türkiye’yi geliştireceğini asla tahayyül etmemişlerdir. 1938’de kalacak, yerinde sayacak sanmışlardır. Kendileri 1938’de kalmışlardır...

Kitaplar Arasında

A.Yağmur TUNALI, Melâl Burcu, Ankara 2011, 188 s., ELİPS Kitap. Seçkin şair, edîb ve TV programcısı Yağmur Tunalı’nın şiirleri ile bazı konuşmalarını toplayan bir eser.
H.Necâti DEMİRTAŞ, Açıklamalı Osmanlı Fetvâları, İst. 2011, 392 s., KUBBEALTI yayını.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yılmaz Öztuna Arşivi