TDK bu kez de kadınlar şerefine katlediyor
Önce Kızılbaşları aşağıladığı iddia edilen deyim ve atasözlerini lügatlerden attılar.
Daha sonra başka etnik ve gayrimüslim grupları aşağıladığını düşündükleri ifadeleri ayıklayacaklarını ilan ettiler.
En son geçtiğimiz 8 Mart şerefine, kadınları tahkir ettiğini düşündükleri bin yıllık ifade biçimlerini söküp atacaklarını duyurdular.
Bu vaziyet giderek, “Önce komünistler için geldiler, sesimi çıkarmadım. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım…” diye dövünen rahibin işine dönecek.
Düşünebiliyor musunuz “elinin hamuruyla erkek işine karışmak” gibi deyimler bile artık Türkçe sözlüklerde olmayacak.
Peki hayvanatı ve nebatatı aşağıladığı düşünülen deyimler ne olacak? Çevre dostları ne güne duruyor; yakında bunlar da ayaklanır. Mesela “kancık yalanmazsa erkek dolanmaz” gibi ifadeler hem kadın-erkek ayrımcılığını körüklediği, hem de hayvanları aşağıladığından bahisle çifte yasak yiyecek.
Bir de kanun çıkartıp, sonu “oğlu” ile biten yüz binlerce soyadını “bu sülalelerde kızlar da var canım” diyerek yasaklasalar tam olacak.
Bazı kadın örgütleri zaten “insanoğlu”, “bilim adamı” gibi kelimelerin de kullanımının yasaklanmasını öteden beri talep eder durur.
Şimdi Türk Dil Kurumu tarafından bu saçma sapan önerilere dahi kulak verilmeye başlandı.
TDK’da 7 kişilik sansür ekibi sırf bu iş için mikser gibi çalışıyor.
Bu adamların yaptığı ayıklama sonucu ilk etapta “Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar”, “Avradı eri saklar, peyniri deri”, “Ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez”, “Al atın iyisini yiyeceği bir yem, al avradın iyisini giyeceği bir don”, “Oğlan babadan öğrenir sofra dizmeyi, kız anadan öğrenir sokak gezmeyi”, “Avrat malı, kapı mandalı”, “Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz” gibi deyim ve atasözleri “ayrımcı ve aşağılayıcı” bulunduğu için sözlüklerden atıldı.
Bu işgüzar ekip şu sıralar bile harıl harıl yok etmeyi planladığı deyim ve atasözü arıyor.
Tıpkı bir Nazi kampı şefliği marifetiyle kelimeler, terimler, deyim ve atasözlerimiz “çalıştırılacaklar bu tarafa, yakılacaklar bu tarafa” ayrıştırmasına tabi tutuluyor.
Bu arada bu kurumdan sorumlu bakanın dediklerine bakar mısınız: “Yeni sözlükte 'Altta kalanın canı çıksın', 'Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın', 'Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin' türünden sözlerle, 'Eksik etek', 'Kaşık düşmanı' gibi deyimlerin genç kuşaklara aktarılmasında bir yarar olmaması nedeniyle böyle bir karar alındı.”
Peki bu kurum neyin yeni nesillere yararlı neyin zararlı olduğunu belirleme kurumu mudur, yoksa henüz sözlüklerin tespit edemediği deyim ve atasözlerini de bulup kayıt altına alma kurumu mu?
Demek oluyor ki yeni nesiller yakında havadan nem kapanların sebep oldukları kupkuru bir dille; ilk mektep çocuklarının tahtaya kaldırıldıklarında, bir de büyüyünce hakim-savcı karşısında kullandıkları çağrışımsız, ağdasız, tatsız tuzsuz, ruhsuz ve yasal kelimelerin çorağında büyüyecekler.
Geçtiğimiz hafta bir kaymakam da görev yaptığı ilçede aralarında küfürlü ve argolu konuşanların polis marifetiyle takibatının yapılıp Kabahatler Kanunu’na göre cezalandırılacaklarını ilan etti.
“Dil devrimi” gerçekleştirilmiş bir ülkede, bundan sonra daha nasıl bir dil katliamı yapılabilir ki, demeyin sakın. Zira bu seferki daha da acımasız olabilir.
1932’de ülkenin en müstesna tabakasının yüzyıllar boyunca biriktirdiği ve üst üste kültür katmanları şeklinde inşa ettiği bir yapı bir gecede tuzla buz edildi.
Fakat bu yapılırken o katmanların aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya bir devinimle var olmuş diyalektiği gereği halk ağzındaki sözlü söylenceler ve günlük kullanımda kalmış ve halen capcanlı duran kelime ve ifade biçimlerine dokunulamadı.
Başka bir ifade ile millet saklayabildiği kadarını kendi bağrında sakladı.
Şimdi ise onu bunu tahkir ediyor, ya da küfür ve argo çağrıştırıyor diye saçma sapan gerekçelerle ikinci bir sürek avı başlatılmış durumda.
Hatırlanırsa, bundan birkaç yıl önce de medyatik bir aşçı “dilber dudağı”, “vezir parmağı”, “kadın budu köfte” gibi tatlı ve yemek adlarını o fasulye çapındaki beyinciğinin ürettiği karşılıklarla değiştirmeye kalkışmıştı.
Üstelik o bunu yaparken aşçıyı tutanlar ve tutmayanlar diye karşıt siyasi kamplar bile oluşmuştu.
Böylece aşçının o daracık beyinciğinden neşet eden bu cahilane cüret, bırakınız mahkum edilmeyi, siyasi bir müdafaanın sözde öznesi bile ilan edildi.
12 Temmuz 1932’de devlet gücüyle yukarıdan aşağıya yapılan dil “devrimi”, bugünlerde yer yer resmi ama daha çok yarı resmi ve en çok da ahmaklık ve cehalet ürünü birtakım sivil gerekçelerle bu sefer aşağıdan yukarıya doğru tekrarlanıyor.
İşin en korkunç tarafı da bu. Çünkü ceberut yollarla devletin yok edemediği ve yıllarca uğraşsa yine de halkın dilinde hıfzedildiği için asla yok edemeyeceği ifadeler, devlet dışı unsurların kime ve neye hizmet ettiği muhal olan tuhaf bir tür kekremsi korumacılığı altında milletin dimağında tutsak hale getiriliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.