Tatlı hayat, acı son
İnsan, köşeyi döndüğünde ne ile karşılaşacağını bilmiyor ki... O ne güzel duadır. Güngörmüş, ak yaşmaklı büyük anneler, sakallı büyük babalar, o duayı yaptıklarında yüreğiniz ferahlar ‘Allah, hayrlarla karşılaştırsın’.
İbrahim Tatlıses, kim bilir o tv programından hangi neş’elerle çıktı. Kim bilir, ertesi güne dair ne planları vardı. Yeni düşünceler içindeydi ki Kuzey Irak’lara kadar uzanıp inşaat işine girmiş.
İsmini 1975’lerde askerlik yıllarından hatırlıyorum. Polatlı Topçu Okulu kantininde duvara asılı tv’de esmer, kıvırcık saçlı biri, yeni duyulan türküler söylüyordu. Şöhreti o türkülerle yayılıp gitti. 35 yıldır zirvede. Meşguliyeti ne olursa olsun, bir insanın bu kadar zaman zirvede kalması işleyen bir zeka ve durmayan bir enerji gerektirir. İnşaatlarda omuzunda harç tenekesi taşımaktan uçak sahibi olmaya, yüz milyonlarca dolarlık işlere imza atmaya yükselmek kolay değildir. Ama, acaba, o fukara günlerinde mi daha mes’uttu, ışıklı, paralı, şöhretli lüks içinde olduğu şu hayatında mı?
2003 yılı olmalı, İhlas Armutlu Tesislerinin açılışındayız. Törenden sonra birinci kata buyurulsun, ikramlarımız var diye ilan edildi. Çıktım yürüyordum. Bir davet üzerine bir masaya geçtim. Masadakileri selamlamaya başladığımda baktım sağımda İbrahim Tatlıses oturuyor. Biz merhaba ve hatır sorma faslındayken bir sesle arkaya dönmek zorunda kaldık. İki genç kız masamıza yaklaşırken onlardan biri cep telefonunda aynen şunu diyordu ‘baba inanamazsın İbrahim Tatlıses’e bir buçuk metre mesafedeyim!’ Bunu dedi ve telefonu açık olduğu halde ‘n’olursun seni öpebilir miyim?’ diye yalvarmaya başladı, bir kaç kere öylesine ısrarcı oldu ki adamcağız ‘ne yapayım öp bakalım’ dedi. Kızlar muradına erip gittiler.
Bunun üzerine ‘İbrahim Bey, hatırlar mısınız, bir Çavuşesku vardı, dedim. Hatırlıyorum, dedi. Romanya devlet başkanıydı, dedim, bütün dünyada komünizm çökmüşken Romanya’da devam ediyor, devlet başkanı Nikolay Çavuşesku da bununla övünüyordu. Bir gün bir yurt dışı seyahatinden dönmüş Bükreş meydanında halka hitap etmekteydi. Ortalık alkıştan yıkılırken yaşlı bir kadın, alçak yalan söylüyorsun in aşağı! diye bağırdı. O öyle bağırınca demin alkışlayanalar yuuh in aşağı, yalancı! diye yuh çekmeye başladılar. Adamın sonu idam sehbası oldu dedim. Dikkatle dinliyordu. Devam ettim, alkış sesiyle yuh sesi arasında ince bir zar vardır. İnsanı bugün öpenler, yarın taşlarlar. Bir kimsenin gerçek dostu bir elin parmaklarını geçmez...bunu derken sözümü keserek Allah onların eksikliğini vermesin dedi...
Tatlıses’e insafsızca kurşun yağdıranlar, şüpheniz olmasın ki yüzlerce kere O’nun sesiyle neş’elenip hüzünlenmişlerdir. Ama aynı kimseler, gün geliyor tetik çeken canavar olabiliyor.
İbrahim Tatlıses’in şimdi zor, çok zor günleri... İsminden hareketle Tatlı Hayat, Acı Son dedim...aslında hayat da acı son da acı.
Tedavisi için çırpınan doktorlar, şunu yapabilirler mi?
Hastalarından şöhretini geri alsalar, şirketini, servetini, uçağını, parasını, villasını, dünyalık olarak neyi varsa alsalar da onu sade, kendi halinde bir aile reisi olarak sağlığına ve ‘Allah, onların eksikliğini vermesin! dediği dostlarına iade etseler.
Ama yapamazlar, bunu hiç bir doktor ve kimse yapamaz.
Hayatın dersi ağır oluyor, son tv programındaki konuşması bir vaizin kürsüdeki sorgulaması gibi. Belli ki başına gelenler, kendisine çok şey öğretmiş fakat at, bir kere gemi azıya almış. Cenabı Hak, İbrahim aleyhisselamın ismini taşıyan bu kuluna şu çaresiz zamanında O dostu hurmetine şifalar versin. Sokakları doldurup sevmek adına bağırıp-çağıranlara acaba kim ‘lütfen evinize gidip dua edin, O’nun şimdi şamataya değil duaya ihtiyacı var!’ der. Donanım harikası hastanelerimizde bu nasihati yapacak din adamlarımız var mı?
Yoksa, niçin yok?
Doktor reçetesi lazım.
Dua reçetesi de lazım..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.