‘Adaletten vazgeçtim, ey vicdan neredesin?’
Türkiye’de 1980’li yıllardı. 12 Eylül’ün darbe dönemi sona ermiş, ama darbeci zihniyet anayasallaştırılarak ülkenin sırtına deli gömleği gibi giydirilmişti.
ANAP hükümeti işbaşındaydı.
Turgut Özal da başbakan.
O yıllarda ben Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeniydim.
Kısa adı IPI olan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün de yürütme kurulunda görev yapıyordum.
Tıpkı bugünkü gibi o tarihlerde de Ankara’yla, Özal hükümetiyle aramızda bir itiş kakıştır gidiyordu:
Hapiste gazeteci var mı, yok mu?
Ankara’ya göre yoktu.
Hapiste olanlar gazeteci değildi, ‘terör örgütü üyesi’ydi ya da ‘gazeteci kimliği’nden dolayı içeride yatmıyordu.
Biz de genel olarak tersini savunurduk. Bu konuda Başbakan Özal ve yakın çevresiyle sert tartışmalarımız olurdu.
Yıllar geçti.
Ama bakıyorum, bugün yine aynı şeyler yaşanıyor. Bu kez Başbakan Erdoğan’la.
Ona göre hapiste gazeteci yok.
Oysa var.
* * *
Bu konuda Ragıp Zarakolu’nun geçen salı günü Taraf’ta birçok bakımdan ilginç bir yazısı çıktı. Bazı bölümlerini aşağıya alıyorum:
“Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay, yıllardır hapiste bulunan Kürt ve sosyalist basın mensuplarının durumunu kamuoyuna yansıtmak için çaba harcıyor.
Mesleki basın kuruluşları, Basın Konseyi önceleri, gerçek muhalif basın mensuplarının yaşadığı sorunlar karşısında son derece duyarsızdı. ‘Ama onlar yazılarından dolayı hapiste değiller, yasadışı örgüt mensubu olmakla suçlanıyorlar’ gerekçesini ileri sürüyorlardı.
Aslında, AK Parti Hükümeti 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası’nda, ordunun istediğinin altını çizerek, radikal değişiklikler yapıp, bu yasada yapılan iyileştirmeleri geri çekip, yasayı çok daha beter hale getirirken, büyük medya buna pek aldırış etmedi. Nasıl olsa hedefte olan Kürt ve sosyalist basındı.
Terörle Mücadele Yasası (TMY) yeni haliyle, özellikle Kürt basınının ve sosyalist basının üzerine yöneldi.
Gazete kapatmalar olağan hale geldi, toplu tutuklamalar yapıldı, sanıklar avukatları ile görüştürülmedi, dosyalar gösterilmedi, insanlar hâkim önüne çıkmadan bir yılı aşkın sürelerle tutuklu kalabildi. Özel yetkili savcılar, ilk güç denemelerini onlar üzerinden yaptılar.
Ne zaman 2008 yılında bu yetkiler darbe hazırlığı içinde bulundukları, suikast hazırlıkları yapıldığı gerekçeleri ile, kendilerini ‘dokunulmaz’ sayan mahut bir kesime karşı kullanılmaya başlandı, ağlaşmalar da başladı.
1980 darbesinden nemalanan, 90 günlük, 120 günlük (şeklen serbest bırakıp tekrar alma yöntemi) gözaltıları, işkencehaneleri, Türkiye’nin her yanında oluşturulan toplama kamplarını görmezden gelenler, şimdi, ‘Türkiye Türkiye olalı böyle baskı görmedi’ diyorlar.
Bu değerlendirmelere en çok sosyalistler ve Kürtler gülüyor, efendiler siz hiç ‘vahşet’ görmemişsiniz diyerek.
Bini aşkın Kürt belediye başkanının, sivil toplum çalışanının KCK operasyonu bahanesi ile gözaltına alınması, bu beyefendi ve hanımefendileri asla rahatsız etmedi ve hâlâ da etmiyor.
TMY’nin ilk denemesi Atılım dergisi çevresi üzerine yapılırken, insanlar sokaklarda sivillerce kovalanırken, bu, kimsenin umurunda değildi. Gün TV, Özgür Radyo yöneticileri hapse tıkılırken de...
Kürt gazeteleri peş peşe kapatılırken de, bu, kimsenin umurunda değildi, Vedat Kurşun’lara yüzlerce yıllık cezalar kesilirken de... İlk kez bir yayıncı, Aram Yayınları editörü Bedri Adanır hapisteydi, bu da önemsizdi.
Ne zaman Ergenekon soruşturması başladı, ağlaşma da yükseldi. 1980 korku rejiminin 30 yıllık saltanatını görmeyenler, ‘korku cumhuriyeti’nden bahsetmeye ve mağdura oynamaya başladılar.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu Sözcüsü Necati Abay’ın saptamasına göre 7 Mart 2011 tarihi itibariyle Türkiye cezaevlerinde tutuklu bulunan 12’si imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü 58 gazeteci ve yazar var.
Aram Yayınları [1], Atılım [8], Azadiya Welat [9], Baran [1], Bilim ve Gelecek [1], Cumhuriyet [1], Devrimci Hareket [1], DİHA [7], Ekmek ve Adalet Dergisi [1], Enternasyonal [1], Eylül [1], Gün TV [1], Gündem [1], Halkın Günlüğü [1], İşçi-Köylü [2],Kamu Emekçileri Cephesi Dergisi [1], Milliyet [1], Nokta [1], OdaTV [7], Odak [1], Özgür Halk [1], Özgür Radyo [1], Proleterce Devrimci Duruş [1], Radyo Dünya [1], Red [1], Rengi Heveya Jin [1], Sosyalist Demokrasi [1], Toplumsal Özgürlük Gazetesi [1], Yeni Nizam [1], Yürüyüş [3].
Kürt basınında toplam tutuklu sayısı 21, Sosyalist basında 28, Kemalist basında 9, Büyük medyada 3, İslami basında ise 1...
Sonunda Basın Konseyi ‘ötekileri’ de basın mensubu olarak kabul etmeye başladı. Davalar biraz olsun izlenmeye başlandı. Yoksa ‘sayı’ düşük çıkacaktı!
Büyük medya elemanları, geçmişte diğer kesimlerden sadece Kemalist kesimden basın tutukluları için duyarlık gösterirken, büyük medyadan 2 gazeteci tutuklanınca, [Nedim Şener ve Ahmet Şık için] ilk kez sokağa döküldü ve kitlesel bir tepki gösterdi.
Biz insan hakları savucularının, ‘susma, sustukça sıra sana gelecek’ sloganını da telif hakkı ödemeden devraldılar, medyadaki eski solcularımız solculuklarını hatırladılar.”
* * *
Ragıp Zarakol, düşündürücü yazısını şu cümleyle noktalamış:
“Adaletten vazgeçtim, ey vicdan neredesin?”
Sözü uzatmanın gereği yok.
Bu ülkede özgürlükler ve demokrasi alanı hâlâ dar, basın ve ifade özgürlüğü hâlâ özürlü...
Evet, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları basın özgürlüğüne bir darbedir.
Ancak, unutmayalım, Türkiye’de basın özgürlüğü, Ragıp Zarakolu’nun yazısında yer aldığı gibi ya da Star, Zaman ve Taraf’taki meslektaşlarımız hakkında açılan dava ve soruşturmalarda olduğu gibi daha önce de darbeler almıştır.
Eğer bunları unutursak veya gözardı edersek, Zarakolu’nun “Adaletten vazgeçtim, ey vicdan neredesin” feryadı çok daha haklılık kazanır.