Newroz Parkı’ndan yükselen barış talebi
DİYARBAKIR
Yüzbinlerce kişiye seslenen konuşmacıların tümü “artık bu ateş dursun” diye seslendi. Diyarbakır’daki temel talep bu. Bütün gün kimseden başka bir söz duymadık. Newroz kutlamaya gelen kalabalık da, onlara seslenen konuşmacılar da “barış”tan söz ediyor. Peki o zaman neden dinmiyor ateş? Herkes barış istiyorsa, ateş eden kim?
¥
Aslında Öcalan’ın psikolojik sınır olarak “Newroz”u işaret etmiş olması büyük önem taşıyordu. Sabah erken saatlerden itibaren alana gitmek üzere yola çıkan herkes, ateşin yeniden başlamaması için adeta dua ediyordu. Çünkü bu duruma alıştık artık. Kan dökülmemesine alıştık. Yüksek perdeden “eylemsizliği sürdürmek anlamsızdır” dense bile fiilen terör eylemlerinin yeniden başlaması artık ne mümkündür ne de rasyoneldir. Bu rasyonaliteyi tamamen BDP ya da PKK sempatizanları açısından değerlendiriyorum. Bugün bu meydanda, artık masada çözülebilecek talepler yükseltiliyor. Hem de randevusu 12 Haziran sonrasına verilmek üzere. Açık yüreklilikle şu isteniyor; Kürt dilinin ve Kürt kimliğinin güvence altına alınması. Ve zaten siyaset (ki bunu iktidar olarak söylemiyorum. Muhalefet partilerinin tümünün geldiği noktayı da dikkate alarak söylüyorum) inkar ya da imha politikalarını tamamen terk etmiş durumda. Yani “çözüm” başlığı altında herkes anlaşmış durumda. Tartışma sadece metodolojik. Anlayacağınız, kavgayı, dövüşü isteyen artık kalmamış gibi görünüyor. Yeter ki, şiddetten ve kandan beslenen siyasi unsurlar, girmekte olduğumuz bu yeni süreci baltalamasın. Gelmekte olan yeni dönemi berhava etmesin. Sadece siyaseten şiddetten beslenen aşırı milliyetçi (Kürt ve Türk milliyetçisi) grupları kastetmiyorum. Aynı zamanda bu gerginlikten nemalanan diğer gruplar da bu tenkidimin hedefi. Krallıklarını kaybetme tehlikesi yaşayanlar, rant muslukları kapanacak olanlar. İşlenebilir bir döneme girmiş durumdayız, bu fırsatı iyi değerlendirmemiz lazım.
¥
Seçimler yaklaşıyor. Diyarbakır’da seçmen sadece iki partinin üzerinde duruyor. BDP ve AK Parti. Şöyle izah edeyim ne söylemek istediğimi, CHP büyük umutlarla kadrosuna kattığı Sezgin Tanrıkulu’nu bile Diyarbakır’dan aday gösteremiyor. Bugüne kadar BDP tabanına hitap eden Tanrıkulu’nun, siyaseten CHP’yi tercih etmiş olması, CHP içih oya dönüşmüyor anlayacağınız. BDP ise bu seçimde ağır toplarını sahaya sürmeyi hedefliyor. Leyla Zana ve Hatip Dicle gibi isimler çıkacak seçmenin karşısına. AK Parti de eğer bugüne kadar yaptıklarını anlatmayı başarırsa bu dönem, kuşkusuz başa baş bir yarış geçer gibi görünüyor Diyarbakır’da..
¥
Peki ama ne anlatacak AK Parti? Tamamen politize olmuş bir halk var karşımızda. Ve PKK bu altyapıyı kullanmayı iyi beceriyor.. İlk bakışta bu anlamda AK Parti’nin dezavantajlı olduğu yorumu yapılabilir. Ama aslında durum hiç de öyle değil. Bakın mesela, gece uçaktan indikten sonra çantalarımızı bıraktık yemeğe gittik. Yolda ise en çok dikkatimi çeken ne oldu biliyor musunuz? Nöbetçi eczane.. Özellikle metropollerde yaşayanlar dikkat etmiştir, gece görev yapan nöbetçi eczanelerin önemli bir bölümü, kepenk arkasından ticaret yaparlar. Oysa Sezai Karakoç Bulvarı’ndaki nöbetçi eczanenin sadece ışıkları değil, kapıları da ardına kadar açıktı. Sadece bu kadarı bile aslında güvenlik sorununun nasıl halledildiğinin apaçık göstergesi. Gece 1:00’de sokaklarda gençler sabaha kadar özgürce, terör tehdidi olmaksızın yürüyorlardı. Bu mesele, 2002 sonrası oluşan konjonktürle doğru orantılı. Bugün bir küçük terör saldırısı, “taş üstünde taş kalmadı” diye yorumlanıyor. Oysa Diyarbakır’da 10 yıl evvel değil gece, gündüz bile sokağa çıkmak hiç de tekin değildi. Diyarbakırlılar artık güvende. AK Parti bunu anlatmayı başarırsa eğer, seçmen nezdindeki konumu bir anda değişecektir. Kalın sağlıcakla...