Aff-ı şâhâne

Aff-ı şâhâne


Bir grup hanım meslekdaşımız ve hanım ilâhiyatçı ortak bildiri yayınlayarak seçimlerde doğru dürüst seçilebilecek sıralardan başörtülü adaylar göstermeyen partiye oy vermeyeceklerini îlân etmişler.

Bu vesîleyle bundan oniki yıl önce başörtülü milletvekîli Merve Kavakçı’ya Meclis Genel Kurulu’nda revâ görülen ağır muâmelelerden bu yana başörtülü kadınların pek çok alanda gördükleri dışlanıcı tutuma ve hattâ eziyete dikkati çekmişler.

Bana ihtiyaçları olup olmadığını bilemem ama bir yurddaş olarak kendilerini destekliyorum.

Buna mim koydukdan sonra gelelim başka bir meseleye:

Geçen hafta yine buna benzer bir konuda yazmam üzerine gerek direkt olarak okuyucu mesajı şeklinde gerekse müşterek ahbablar vâsıtasıyla “İyi ama Yağmur Atsız’ın, bundan oniki yıl önce Merve Kavakçı’ya dâir sert değerlendirmelerinden ötürü başörtülü hanımlara bir özür borcu yok mu?” meâlinde sorulara muhâtab oldum.

Hayır, yok!

Zîrâ ben o borcu geçen yıl bu sütundan edâ etdim!

Kaldı ki benim eskiden daha keskin çizgilerle savunduğum görüş bir yasaklama değil bir tür sınırlama idi. Ama meselâ başörtüsüyle bir Çankaya resepsiyonuna gidilemeyeceği gibi bir fikri aslâ savunmadım. Sari ile kefye ile gidilen yere başörtüsüyle neden gidilemesindi benim için.

Lâkin pijama yâhut mayo tabii ki farklı değerlendirilmeliydi. Zâten o konuda bir ihtilâf yokdu.

Kürdce husûsunda da herhangi bir yasaklamadan değil “imkânsızlık”dan sözetdim hep. Kürdcenin, gramatikal ve sentaktik bakımlardan derli toplu öğretilemeyecek kadar dağınık ve daha ziyâde “şifâhî” bir dil(ler!) olduğu kanaatindeydim.

Bugün, oniki yıl sonra ise heriki meselede de farklı düşünüyorum.

Bir kere bu memleketde birtakım “beyazlar”ın, ki menşe bakımından ben de onlara dâhilim, mütemâdiyen kendi yurddaşlarıyla itişmesini fevkalâde zararlı bulmaya başladım. Hidâyete erdim! (Âferin bana!)

İkincisi Kürdce’nin yâhut herhangi bir Kürd lehçesinin öğretimi yapılabilir mi yapılamaz mı sualinin üzerime vazîfe olmadığı sonucuna vardım. Aynı tavrı, son zamanlarda haklı olarak yükselmeğe başlayan muhtelif Çerkes lehçeleri ve Lazca, yâhut canlarına okuduğumuz Süryânî, Keldânî ve Ârâmî (Hz. Îsâ’nın konuşduğu dil!!!) toplulukları için de takınıyorum!

Elimde imkân olsa ülkeden zorla kaçırdığımız Ermeni ve Rum kökenli yurddaşlarımızı da tekrar geri getirip Türkiye’nin renkli kültür tablosuna daha fazla renkler katmalarını da sağlardım.

Hazır açılmışken:

Ben bugün başörtülü hanımların Meclis’de bulunmasını, bir “âtıfet”den ziyâde bir “zarûret” olarak görüyorsam da oniki sene önce Merve Kavakçı’nın o şartlarda bir tür “namlı kıtığı” olarak harcandığı ve ağleb-i ihtimâl “dost ateşi”ne kurban gitdiği kanaatimde musırrım.

Ama kimseyle “kan dâvâsı” istemediğim için “umûmî arzu üzerine” o eski sert yazımdan ötürü huzûrunuzda bir kere daha “beyân-ı teessüfât”da bulunuyorum.

Aff-ı şâhâneye mahzar olduk mu, Efendim?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi