Ankara’nın zor sınavı: Şam
Bu kadar sert esen değişim rüzgarının Suriye’yi atlayıp geçmesi elbette sözkonusu olamazdı. Nitekim artık alıştığımız ifadeyle, Suriye de karıştı.
Dera şehrinde ortaya çıkan olayların, peşpeşe diğer merkezlere sıçraması, özellikle de sert müdahaleye rağmen Şam’da gösterilerin devam etmesi neye işaret ediyor?
Bu sorunun cevabı açık: Suriye’de iktidar dengelerinin bu şekilde devam edebilmesi mümkün değil. Üstelik bu değişim sürecinin en önemli aktörü Türkiye.
Suriye’nin özellikle siyasi tecrübe anlamında sıradan bir ülke olmadığını, Şam’ın tarihin derinliklerinden süzüp getirdiği siyasi aklın, kendisine her zaman seçenekler ürettiğini bir kez daha hatırlamakta yarar var. Ancak bu özellik, II. Esad döneminde ortaya çıkan yeni durumun, devrim ya da değişim rüzgarının sert etkisini kırmaya yetmeyebilir. Dahası, Beşer Esad’ın telaşla sahaya sürdüğü reform paketi, olup biteni yatıştıracak gibi görünmüyor.
Hangi Suriye, Hangi Türkiye
Geçen hafta ‘Türkiye hangi Suriye’ye bakacak’ diye sormuştuk. Bu soru giderek daha fazla önem kazanıyor. Şam’ın, Ankara’yı dünyaya açılan büyük pencere olarak görmesi, kuşkusuz iki ülke adına önemli gelişmeleri beraberinde getirdi. Dün terör üzerinden boğaz boğaza gelen iki ülke, bugün sınırları ortadan kaldıran bir bütünleşmenin tadını çıkarıyor(du).
Ancak bu bütünleşme süreci, Ankara’nın payına düşen sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. Eğer nüfusun yüzde 12’lik bir kesimini oluşturan Arap Alevileri (Nusayriler) tarafından idare edilen Suriye, yoluna devam etmek istiyorsa, bir şekilde ülkesindeki temsil sorununu çözmek zorunda. Bu da sıradan reformlarla geçiştirilecek basit bir sorun değil.
Suriye’deki Müslüman Kardeşler’in, ortaya çıkan olaylarla birlikte siyasi sistemin en ciddi aktörü olabilme ihtimali, sanıldığı gibi kırmızı halılarla beklenen bir gelişme değil. Bölgedeki kritik rolü nedeniyle uluslararası sistemin ilgi odağı olan Suriye’de böyle bir iktidar değişiminin ortaya çıkaracağı sonuçlar, en başta ABD için öngörülebilir değil.
Ankara’nın kaçınılmaz tercihi
Lakin rüzgar esmeye başladı bir kere. Üstelik sistemden rahatsız olanlar sadece Sünni Araplar değil. Ülkedeki 3 milyon civarındaki Kürt ve şimdilik sessiz kalan Durziler de bu zincire her an katılabilir.
Suriye Kürtleriyle Sünni Araplar arasındaki gerginliğin bu süreci nasıl etkileyebileceğini şimdilik bilmiyoruz. Üstelik bu ülkede yaşayan Kürtler, özellikle Türkiye’deki Kürtlerle çok ciddi bağlara sahip. En geleneksel yapılardan PKK’ya kadar, hemen her zeminde böyle bir yakınlıktan söz edebiliriz.
Bizi muhtemelen şöyle bir gelecek bekliyor. Türkiye, son yıllarda ortaya çıkan iyi ilişkileri dikkate alarak Şam yönetimine itidal ve acil reform çağrılarını sürdürecektir. Zaten bunu yapıyor da.
Suriye konusundaki bir diğer ana aktör olan İran, eğer rejimin değişmesini ciddi bir ihtimal olarak görürse, Lübnan-Suriye eksenindeki gücünü operasyonel olarak devreye sokacaktır. Ancak bu durum, sadece daha fazla kan dökülmesini beraberinde getirebilir; Şam’ın akıbetini değiştiremez.
Bu tablonun parantezinde, Ankara’nın sınırın hemen ötesindeki temsil krizini ve siyasal katılım sorunlarını hafifletecek formüller üretmesi gerekiyor. Kuşkusuz Sünni Arapların iktidardan pay alması, uzun vadeli bir bakışla asla Türkiye’nin aleyhine değil. Bu dönüşümü sağlayacak mekanizmalarda etkin rol oynayabilirse, entegrasyon sürecini devam ettirir, hatta daha ötesine götürme şansı olur.
Tekrarda yarar var. Şam’ın şekeri artık bizim ağzımızın tadı.