Yerelden küresele, ilgi odağında İslâm var
Müslüman ülkelere tek tek bakınız. Fikrî tartışmaların, siyasî mücadele ve projelerin merkezinde İslâm’ın olduğunu göreceksiniz. Bu ülkeler ister demokrasiyle, ister krallıkla, isterse de diktatörlükle yönetilsin, farketmiyor; din, buralarda, insanın ruh dünyasını kuşatan ve oradan hayatın her alanına taşan bir güç.
Bu yüzden de, tabiî bizimki gibi birkaç istisna ülke hariç; laikler, liberaller, solcular da İslâm’la kendilerini meşrulaştırma yoluna gider, söylemlerini âyet ve hadislerle süslemeyi ihmal etmezler. Müslüman dünyaya Türkiye penceresinden bakan insanlara bu söylediklerim garip gelebilir, lâkin, işin hakikati budur.
Bizde, elitist laiklerin tehdit olarak algıladıkları hurafe yığınıdır İslâm! Halkın ise vazgeçmediği öz değeri. İki farklı algı dünyasının ‘Med Cezir’leri arasında geçiyor ömrümüz. Yine de sonuç değişmiyor, İslâm; siyasî, iktisadî ve kültürel hayatın merkezinde olmayı, modern dünyanın mâneviyatı dışlayıcı dominant özelliklerine rağmen sürdürüyor.
Kısacası, adına Müslüman dünya denilen coğrafyada; birey ve toplum hayatının girift sosyo-kültürel ve sosyo-politik yapılanmasında, insan ve kurumlar arasındaki ilişkide İslâm’ın dokunmadığı bir alan yok gibi. İslâm’ı hayattan dışlamak için bin bir komplo kurulurken, o yine de rengini, soluğunu değdirdiği her yere vurma becerisini gösterebiliyor.
İslâm, Müslüman toplum algısını ve o algının hayata yansımalarını belirleyenlerin başında gelmesi sebebiyle, mahiyetinin ne olduğu hakkında ilgilerin odağı olacağı da kuşkusuzdur.
“Müslüman dünyada durum bu iken, dış dünyada durum nasıl?” diye soracak olursanız, son yıllarda bu dinin orada da gündemin değişmezleri arasında olduğunu söyleyebilirim. Batı’da da İslâm; en çok tartışılan, en çok reddiye verilen, en çok merak edilen, hakkında en çok araştırmanın yapıldığı, kutsal kitabı en çok satılan bir din durumunda. Nefret edenleri çoğaldığı gibi çağırdığı hidâyete koşanlar da az değil..
Nefret edenler çoğaldıkça, İslâm düşmanları; hidâyete erenler çoğaldıkça da onun dostları seviniyor. Bu ilgi nereden kaynaklanmaktadır? İslâm, nasıl olup da gayrimüslim toplumlarda da, menfî ya da müsbet, bu düzeyde ilginin odağı olabiliyor?
Bunun önemli sebepleri var tabiî. Soğuk Savaş sonrası Batı’nın ortak düşman olarak öne çıkardığı “öteki” kılındı Müslümanlar. Berlin Duvarı yıkılmadan önce “komünizm tehlikesi” ile sağlanan Batı birliği, artık İslâm tehdidiyle sağlanacaktı. Bu da İslâm aleyhtarı kitapların, makalelerin, belgesellerin, filmlerin, konferansların, panellerin ve TV tartışmalarının patlama yaşayacağı anlamına gelirdi. Nitekim öyle de oldu.
11 Eylül saldırıları, arkasından gelen Afganistan ve Irak işgalleri bir kırılma noktasıydı. Bali, İstanbul, Londra, Madrid ve diğer yıkıcı bombalama eylemlerini ve bunlar üzerinden şeytanlaştırılan Müslüman tipolojisini de hatırlayalım.
Bu yaşananlar Batı toplumlarıyla Müslüman toplumlar arasında güven duygularınının ruhuna kezzap döküyordu. İki dünya arasına diyalogların asgarî düzeye inmesi için bariyerler çekiliyordu. Ama, ilginçtir, bu hamleler diğer taraftan da Batılı insanda tecessüs duygusunu kışkırtıyor, İslâm’ı tanıma dürtülerini artırıyordu.
Bizim coğrafyamıza dair ne fikri ne de bilgisi olan Batılı aileler, sözde özgür dünyanın değerlerini koruma adına ikna edilerek, çocuklarını asker olarak savaşa gönderdiler.
Kısa sürede teslim alınacak bir coğrafya bekliyorlardı. Hayata matematiğin kesin sonuçları perspektifinden yaklaşan Batılı modern insanın bu beklentisi gayet rasyoneldi. çünkü, teknik anlamda süper askerî güçlerinin konvansiyonel düşman güçleriyle bir mukayesesi mantıksal olarak mümkün gözükmüyordu.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı; dijital gücü stratejilerinin merkezine almış çıkarmalar, dijitalin algılayamadığı görünmez duvarlara çarptı. Her geçen gün ülkeye dönen asker cenazesi sayısında artış yaşandı. Bu da onlarda yabancısı oldukları dünyaya dair merakları artırdı doğal olarak.
Yerelden küresele, İslâm ilgi odağında. Yukarıdaki sebeplere ek sebepler eklenebilir elbet. Bu kadar ilgi odağında olmasına rağmen, paradoksal olarak, en az anlaşılan din de İslâm. Her kafadan bir ses çıkıyor..
Yine kendi yerelimizden yola çıkarsak kadın-erkek eşitliğinden banka kredilerine kadar yığınla soru insanların kafasını kurcalıyor. “Ne İslâmî, ne değil?..”, insanlar cevap arıyor. Uzman olan da olmayan da konuşuyor. Her kafadan bir ses çıkınca da, “Bu işin doğrusu nedir?..” sorusu yakıcı bir talebe dönüşüyor.
‘Kahırdan lûtuf doğar’ fehvasınca bunun da hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Olur ki; bu fikir anarşisi, işin hakikatini öğrenmek isteyen insanları aslî kaynaklara müracaata zorlasın. Zira, düşünce teröristleriyle uğraşmanın en etkili yolu kaynaklara dönmekten geçer.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.