Toplumun derinlerinde yaşayan sünnet
Müslümanların hayat tasavvurunu kuşkusuz birçok etmen belirler. Küllî ve cüz’î meselelerde onların reflekslerini belirleyen bu tasavvur, doğal olarak bu etmenlerin ortak paydasında yoğrulur. Bu etmenlerden bir tanesi de, Hz. Muhammed (sas)’in sünnetidir.
Sünnet, dindar olsun olmasın, birey ve toplum algımıza öylesine derinden nüfuz etmiştir ki, çoğu zaman bunun farkında olmadan sünneti hem yaşarız hem de yaşatırız. Nesilden nesile amelî olarak aktarılan sünnetler çoğumuz tarafından gelenek diye kabûl edilip aktarılsa da, nihâyetinde sünnetle ilişkilidir.
Meselâ bütün Müslüman ülkelerde misafirperverlik ve komşu hakkına verilen önem. Müslüman toplumların ayırıcı vasıflarından olan misafirperver olmaları ve komşu hakkını kutsal bilmeleri bir sır değildir. Bugün kaybolmasından endişe ettiğimiz mahalle dayanışması kültürünün temeli de aslında bu komşuluk hukukuna ve dolayısıyla sünnete rücû eder.
Efendimiz şöyle der: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikramda bulunsun.” (Buhari: 8/13, hn. 6018; Müslim: 1/49, hn. 182)
Bu iki hususta Müslüman tasavvurunu şekillendiren o kadar hadis var ki, burada zikretmemize imkân yok. Bu hadisler Müslümanların misafir ve komşu algısını iman merkezli şekillendirmiş, sonra da yaşayan sünnet olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Toplumsal yapımızda misafirperver olmayanların ayıplanması, kötü komşuluk örneği sergileyenlerin de zemmedilmesi önemli ölçüde bu sebepledir.
Meselâ toplumda temizliği metafizikle irtibatlandıran “temizlik imandan gelir” sözü. Temiz olmayı imanla irtibatlandıran bu kabûlün arkasında da sünnet vardır. Zira Efendimiz (sas); “Temizlik imanın yarısıdır” (Müslim: 1/140, hn. 556; Müsnedi Ahmed: 5/342, hn. 22953) buyurmuştur.
Sünnetin Müslüman toplum hayatında ne kadar derinlere nüfuz ettiği hususunda zikredilecek örnek hayli çoktur. Yaşayan sünnete son bir manidar örnek daha getirmek istiyorum.
Küçük çocuklar zararlı yahut temiz olmayan bir şeyi ağızlarına koyduklarında büyüklerin “Kih, kih!” dediklerine küçüklüğümde çok tanıklık etmişimdir. Bunu, çocukları pis ve zararlı bir şeye dokunmaktan men etmek yahut ağızlarına koydukları o şeyleri çıkarmak için “Cıss” tadında yöresel bir uyarı olarak algılardım. Sonradan bunun böyle olmadığını, bu uyarı nidasının kaynağının da sünnet olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
Hz. Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği bir hadis şöyledir: “Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) zekât hurmasından bir tanesini alıp, hemen ağzına attı. Resûlullah (sas): “Kih, kih, at onu! Bilmiyor musun, biz (Ehli Beyt) zekât yemeyiz! -veya: Bize zekât helâl değildir!- diye müdâhale etti.” (Buhari: 2/157, hn. 1491; Muslim 3/117, hn. 2522)
Çocukları ağızlarına aldıkları zararlı ve temiz olmayan şeylerden men etmek için “Kih, kih!” diyen büyüklerin bunun aslının hadis olduğunu bildiklerini hiç sanmıyorum.
Bu ve benzeri örnekler şunu gösteriyor; toplum birçok nebevî irşâdı içselleştirmiş, nesilden nesile bünyesinde canlı yaşayarak aktarmıştır. Kültürümüzün derinlerine farklı formlarda nüfuz etmiş sünnetin bu gücü de bizi şaşırtmamalı. Çünkü Hz. Peygamber’in örnekliğinde İslâm’ı yaşama gayretinin bir sonucudur bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.