Siz kalın sayın bay Fazıl Say... Biz gidelim!
Ve birden araya, yırtık iç çamaşırından fırlar gibi sayın bay Fazıl Say’ın canhırâş feryâdı girdi!
Önce üzerinde pek fazla durma gereği duymadım. “Sanatçıdır, hissiyâtı dalgalı/fırtınalıdır… Kimi zaman bu dalgalanma/fırtına hâli sanatçının aklını/ruhunu sarsar/silkeler, ağzından maksadını aşan sözler dökülüverir… Sonra da pişman olur hâliyle, utanır. Fazla üzerine düşmemek, büsbütün utandırmamak gerekir!” diye düşündüm. Hatta öfkesi her dem tepesinde gezen bir Arnavûd olarak, ha babam de babam sakin kalma frenine basmaktan balatalar bazan nasıl ısınır ve bir anda sıyırıverir çok ama çok iyi bildiğimden, anlayış bile göstermeye çalıştım kendimce sayın bay Fazıl Say’a! Ama söylediklerinde ciddî ve kararlı olduğunu görünce iş değişti!
Câhiliye medyasının câhiliye cühelâsı kalemşorları sayın bay Fazıl Say’ın durup dururken önlerine atıverdiği yağlı kemiğe bir ânda saldırıverdiler! Nicedir iştahla kemirebilecekleri, Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlara saldırı dişlerini bileyebilecekleri malzeme arıyorlardı; sayın bay Fazıl Say sâyesinde nihâyet kavuşuverdiler! Evlere şenlik yazılarını okudukça şaşırdım! Gülmek mi gerekir, yoksa ağlamak mı bönlüğün/dangalaklığın bu kertesine bir türlü bilemedim! Sonunda bu yazıyı yazmaya karar verdim!
Sayın bay Fazıl Say, ey “ulusal” medâr-ı iftihârımız, n’olur gitmeyin, tek etmeyin size ve sizin gibilere muhtâc olan(!) bu zâten mazlûm ve de mahzûn memleketi de onu büsbütün mahzûn ve de kendinizden mahrûm bırakmayın!
Biz gideriz!
Siz kalın!
Madem ki bizden, nihâyet ortaya koymayı başarabildiğimiz “millî irâde”den bu kadar rahatsızsınız, sizi, “ulusal” medâr-ı iftihârımızı üzmek/sıkıntıya koymak ne haddimize! Biz ki, bu mahzûn ve de mazlûm memlekette Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da bildirdiği bütün ölçü/değer/kural/emir/yasak ve hükümleri her şeyden daha üstün tutan; onlara hayatları boyunca ve hayatın her sahasına kayıtsız-şartsız bağlı kalarak yaşamaya çalışan; Muazzez Peygamberimizi (s.a.v.) herkesten azîz bilen; izzetli Sünnet-i Seniyye’nin sâlih ve de tâvizsiz takipçilerinden olmaya çalışan, sahîh Hadîs-i Şerîflerini baş tâcı eden; yalnızca izzetli Mü’mine Müslüman hanımefendiler olarak değil, izzetli Mü’min Müslüman beyefendiler olarak da Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, bildirdiği, Muazzez Peygamberimizin (s.a.v.) ve şerefli ashâbının örneklediği şekilde İslâmî tesettüre/edebli örtünüşe riâyet eden/etmeye çalışan; kanının son damlasından vücûdunun her hücresine/zerresine kadar –elhamdulillâh- hakîkî mânâda Dîndâr Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlardan meydâna gelen “Aslî Millet”iz… Belki sizin, sayın bay Fazıl Say ve de hempâlarınızın/yardakçılarınızın/şakşakçılarınızın, arzu ettiği hızda olmaz ama tedrîcen bu toprakları tek eder, tamamen size bırakırız! O zaman -kaç kişi geriye kalırsa artık, on bin kişi mi, Cemil İpekçi beyin tesbîtiyle kırkbin kişi mi, yoksa sizin tâifenin o dillere destan desteksiz atışlarında iddiâ ettiği gibi, “meydânları dolduran bir milyon” kişi mi? - bol miktarda kına ithâl eder, münâsib yerlerinize yakar, piyanonuzun nağmeleri eşliğinde hep birlikte zil takar bir güzel oynarsınız önce. Sonra da el ele verip “rüyâlarınızdaki Türkiye”yi inşa edersiniz. Bizler de böylece - sizleri daha fazla üzmemek/rencîde etmemek için hicret etmiş olacağımızdan – bu kara kâbusu görmekten kurtulmuş oluruz! Meydân yine size kalır – zaten hep öyle değil miydi? Üstelik bu defa rahatsız edici, ayağınıza dolaşan “kara kalabalıklar” olmadan! Kendin pişir, kendin ye! Oh, ne güzel! Gel keyfim gel! Siz de, sayın bay Fazıl Say, “ulusal” medâr-ı iftihârımız olarak geniş geniş, ferah ferah yaşarsınız, aklınıza estiği gibi konuşur/davranır, içinizden geldiği gibi bestelersiniz! Söz gelimi: “İstiklâl Mahkemeleri Oratoryosu”, “Kılıç Ali Çiftetellisi”, “Vural Savaş Köçekçesi”, “Turan Dursun ve İlhan Arsel Güzellemeleri” hatta “Türkiye Laiktir Laik Kalacak”, “Şeriâta Geçit Yok!” ya da “Kâbe Arabın Olsun Bize Çankaya Yeter!” nakaratlı ve de serlevhâlı marşlar ve kim bilir bu minvâl üzere daha neler neler! Bizler çekip gittikten sonra câmileri dolduran cemaat falan da kalmayacağına göre, hepsini, özellikle ve öncelikle en büyüklerinden “selâtîn” olanlardan başlayarak “konser salonları”na çevirirsiniz! Bu “operasyon”u gerçekleştirince size fikirdaşınız olan bilumum örgüt, kurum ve kuruluşlardan “Çağdaş Kültür ve Sanat Üstün Başarı Ödülleri” yağar artık. Onları da sergilemek için özel müzeler kurarsınız hep birlikte! Böylece “Türkiye” sâyenizde Bâtıl Batı’nın haddini bilen, uslu çömezi ya da evlâtlığı olarak “Çağdaş Uygarlıklar Galerisi”nin “En Başarılı Taklidler” bölümündeki “saygın”(!) yerini alır. Kına ithâlâtınız tavana vurur!
Siz niye gidecekmişsiniz? Yazık değil mi size? Hazır biz Bâtıl’ın firavunları tarafından başta “kamusal alan” olmak üzere, onun bizi görmek istemediği her yerden kovulmaya çoktaaan alışmışken… Biz gidelim! Siz kalın! Yeter ki üzülmeyin! N’olur!
Ah canım…
Müteyakkız olalım, müteyakkız kalalım!