8 Mayıs 1945, Cezayir'in soykırım günü...
Bu 8 Mayıs Pazar günü neler yapmayı düşündüğünüzü bilemem ama bildiğim bir şey var ki, oda 8 Mayıs 1945’te Cezayirli kardeşlerimize Fransızlar tarafından yaşatılan katliamı hatırlamamız gerektiğidir. Çünkü onlar bizim Din ve Dünya kardeşlerimizdir. Yüce Mevla’mızın bize bildirdiğine göre; en güçlü kardeşlik bağı inanç bağıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, Müslümanlar bizim kardeşlerimizdir. Onların derdi bizim derdimiz, bizim derdimiz de onların derdidir. Doğuda bir Müslüman’ın ayağına batan dikenin acısını, batıdaki Müslüman hissetmek durumundadır. Eğer hissetmiyorsa yanlış olan bir şeyler var demektir. Ümmet olarak bu hastalıkları teşhis ve tedavi etmek üzerimizdeki en önemli vecibelerdendir.
Yıl 1945. Günlerden ise 8 Mayıs. Yer Cezayir’in Setif şehri. O zamanlar Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir, Nazi Almanlarına karşı, özgürlüğüne kavuşma vaadi neticesinde gençlerini Fransız kuvvetlerinin yanında mücadele etmek üzere savaşa gönderir. Karşılığında özgürlüğe kavuşacağı günleri bekler. Büyük bir yanılgıyla Batılıların sözünde duracağını ümit eder. Nitekim Cezayir’in Setif şehrinde 8 Mayıs 1945'de, dünya Savaşı’nın sona ermesi vesilesiyle yapılan kutlamalar esnasında halk Cezayir bayrağı açınca, ortalık bir anda kan gölüne döner. Setif şehrini 'Fransız toprağı' sayan Fransız askerleri için Fransa bayrağından başka bir bayrak taşımak ölmek için yeterlidir. Dolayısıyla Fransız askerleri, Cezayir bayrağı taşıyan kutlamacıların üzerine ateş açar ve 40 kişiyi gözünü kırpmadan öldürür. Bu vahşet bölgedeki diğer Müslümanlar arasında büyük tepkilere neden olur ve gösteriler büyür. Fransa ise buna karşılık vahşetin dozunu artırmaya karar verir. Ordu birlikleri sivil halkın üzerine rastgele ateş açar. Günlerce süren bu acımasız katliam ve tecavüz furyası sonunda, Amerikan kaynaklarının rakamlarına göre yaklaşık 45 bin Cezayirli Müslüman can verir. Daha fazla Cezayirlide yaralı olarak hayatta kalır.
Tarihe “Setif katliamı” olarak geçen bu olayları takiben Fransızların katı ve baskıcı rejimi tekrar uygulamaya koyulur. Tüm siyasi faaliyetler yasaklanır. Binlerce Cezayirli hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanır. Cezayirliler bir kez daha sömürgecilerin zulmünü acı bir tecrübeyle görmüş olur. Yıllardır 8 Mayısta anma günleri düzenleyen Cezayirliler, Fransa hükümetinden bu soykırımın kabul edilmesini ve kendilerinden özür dilenmesini bekler. Ama sözde Ermeni soykırımını inkâr edenleri bile cezalandıracak kanun çıkaran Fransız müstekbirleri, Cezayirlilerin bu taleplerine kulak tıkamaya devam etmektedir. 8 Mayıslarda Cezayirli kardeşlerimizi hatırlamak ve onların yaşadığı bu zulümleri unutmamak bize de çok önemli kazanımlar sağlayacaktır. Batılı’nın sözüne güvenilmemesi gerektiği ve zalimlerle aynı safta olmanın Müslüman’a asla yakışmayacağı gerçeği bu olayla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Oysa Ekim 1519 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Cezayirlilerle yaşadığı bir olay vardır ki, bizim için iftihar, Cezayirli kardeşlerimiz için ise tam bir onur kaynağıdır. 8 Mayıs 1945 olayları vesilesiyle bende bu tarihi vakayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hadiseyi şöyle özetlemek mümkündür; Büyük bahriye kumandanı Oruç Reis'den sonra Cezayir Sultan’ı olan Barbaros Hayreddin Paşa, Kuzey Afrika topraklarında Cihan Hakanı'ndan başkası adına hutbe okutulup, sikke basılmasına karşı duyduğu rahatsızlığı Afrika'daki çeşitli Arap Emirlerini kabul ederek kendilerine anlattı. Bunun üzerine Cezayir'deki Kadı, Âlimler, İmamlar, Hatipler, Tüccarlar, Eminler ve bütün Re'ayâ tarafından hazırlanan mektup Hacı Hüseyin Ağa liderliğindeki bir heyetle İstanbul'a gönderildi ve Cezayir'in Osmanlı Devleti'ne bağlanma isteği bildirildi:
"Cezayir'deki Kadı, Âlimler, İmamlar, Hatipler, Tüccarlar, Eminler ve bütün re'ayânın Sultan'a mektubudur. Sultanımızın yüce makamına zafer ve saadet dualarımızı takdim ettikten sonra Cezayir'de olan biz bendeleri size yazıp i'lan ediyoruz ki: Sizin, bizim yanımızda büyük bir mertebeniz vardır. Gün geçtikçe size ta'zimin vücubuna ve lüzumuna daha çok inanıyoruz. Biz tazimlerimizi size arzetmek istiyoruz ki, mektup onun ifadesine kâfi değildir. Biz, saadetinizle sevinçliyiz. Size öyle itimat ediyoruz ki, güvenimizin içi, dışı, evveli ve ahiri güzel olacağınıza inanıyoruz. Emrinize hazırız. Bu bendelerinizin size hürmetten başka şeyleri yoktur. Şerefli makamınızın devamını istiyoruz. Bu bendelerinizin Allah düşmanlarının yaptıkları zulümler ve Allah dostu olan mü'minlerin yardımları ile ilgili haberleri uzundur. Ancak özeti şudur ki: Azgın kafirler Endülüs'ü istila ettikten sonra Vehrân kalesine geldiler. Diğer müslüman beldelere tecavüz için Becaye ile Trablus'u aldılar. Sadece bizim diyarımız olan Cezayir kaldı. Daire ortasında kalan nokta gibi, garip ve şaşkın kaldık. Her taraftan kâfirler bizi sıkıştırdı. Biz de Habl-i Metin olan dinimize sarılıp Allah'a sığındık. Kâfirler bizi hâkimiyetleri altına almak istediler. Biz de baktık gördük ki, başka çâremiz yok. Ehl-i teslise mal, çoluk-çocuk perişan olmasın diye itaat ettik. Bu sıkıntıdan sonra kâfirler geldi; Vehran'ı, Becâye'yi ve Trablus'u aldı. Gemilerle bizi esir almaya uğraştılar. İşte bu sırada büyük mücahit Oruç Bey, bir miktar gazilerle çıkageldiler. Biz de onu karşıladık. Ve "Allah'ın fazlıdır" dedik. Bizi kurtardı. Daha önce Becaya kalesine gelmiş orayı almış ve mücahit Fakih Ebül-Abbas Ahmed bin Kadı ile kurtarmışdı. Kâfirlerin bir kısmı kaçtı ve bir kısmı da öldürüldü. Müslümanlar galip oldular. Sonra Oruç Bey oradan ayrılıp bizim imdadımıza koşmuştu. Oruç Bey, Telmesan savaşında şehid olunca kardeşi mücahit Hayreddin ona hayr'ul halef oldu. Tam adaleti ve Şer-i Şerife ittibaından başka bir şeyi görmedik. Bize hâmi oldu. Mezkur, size de çok ta'zim etmekte, cihadı asıl vazife bilmekte ve her şeyini Allah yolunda feda etmektedir. Kendisini ilâyi kelimetullah'a adamıştır. Bütün gayesi size hürmet ve itaat olduğundan biz de onu sevdik. Nasıl sevmeyelim ki, bizimle birlikte cihad için at koşturmaktadır. Bu sebeple yüce makamınıza arzumuz şudur ki; Emirimiz Hayreddin size dönmek istiyordu. Buranın ileri gelenleri bırakmadılar; "Hristiyanlardan korkarız" dediler. Bu sebeple size elçimiz olarak Fakih Ebül-Abbas Ahmed gönderildi. Biz emirimizle beraber sizin hizmetinizdeyiz. Diğer hususları mektubu getiren size arzedecektir. (Ekim 1519)
Yalı Köşkü'nde Yavuz Sultan Selim tarafından kabul edilen ve mektubu Sultan'a sunan heyet İstanbul'da 41 gün kalır. Teklifi memnuniyetle kabul eden Yavuz Sultan Selim Barbaros'u Cezayir Beylerbeyliği’ne atadığını belirten Ferman-ı Hümayun'u verir. Ayrıca Barbaros'a gönderilmek üzere mücevherli bir kılıç, sırmalı bir hil'at ile "Beylerbeylik Sancağı" Hacı Hüseyin Ağa'ya teslim edilir. Heyet Cezayir'e müjdeli haberleri getirince merasim düzenlenerek Barbaros'a kılıç kuşatılıp, hil'at giydirilir. Sancaklar çekilip, gece büyük bir ziyafet verilerek, eğlenceler tertip edilir. Artık bir Osmanlı toprağı olan Cezayir'de "sikkeler" Osmanlı Padişahı adına basılmaya, "hutbeler" Osmanlı Padişah'ı adına okutulmaya başlanır. Tarihse bu, onursa bu, insanlıksa bu, erdemse budur.
Tarihi iftihar tablolarıyla dolu olan bu necip Millete ne kadar geçmişini hatırlatırsak, hem kendimize, hem de insanlığa o kadar büyük bir hizmet etmiş oluruz. Zıvanadan çıkmış Dünya Müstekbirleri duyar da belki yeryüzünde yapmış oldukları bu ve benzeri insanlık dışı uygulamalardan utanır, vazgeçerler.
Allaha emanet olun, sağlıcakla kalın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.