Resmî dış gezilerdeki ‘güç gösterisi ve ideolojik savaş’a
*İngiltere kraliçesi ve de İngiliz (anglikan) kilisesinin başı Kraliçe 2. Elisabeth’in laik TC rejiminin hükmettiği ülkemize yaptığı gezinin medyada yer alış şekli ilginçti. Hele, İng. kral ve kraliçelerinin, dünyada yüzmilyonlarca insanın kanıyla beslenen bir mütebessim emperyalist güç piramidinin tepe noktasındaki sembol kişiler olduğu hatırlanmadı bile..
İngiliz Krallığı’yla asırlarca aynı dönemlerde hükmetmiş olan Osmanlı saltanatını yerden yere vuran laik ve de -sözüm ona- cumhuriyetçi medya, bu kez, Kraliçe’yi dudaklarını şaplata-şaplata öylesine anlatıyorlardı ki; tavırları, bir gücetaparlık âyinini andırıyordu..
Değerli tarihçi Prof. İlber Ortaylı, geçenlerde, TRT’de yayınlanan bir proğramında, Osmanlı saltanatının tarih sahnesinden bertaraf olmasından sonra, insafsız eleştirilere uğradığına, ileri sürüldüğü gibi, gereksiz bir ihtişam içinde olmadığına değiniyor ve 19.Yy.’da bile, Osmanlı Devleti’nin büyük devletler arasında sayılmasına rağmen; devletlerin birbirlerine güçlerini başkentleri ve sarayları ile de gösterdikleri açısından bakınca, Osmanlı Sarayı’nın, Saint-Petersburg, Berlin, Londra, Paris, Viyana ve Roma’daki saraylarla mukayesesinin bile mümkün olmadığını, âdetâ, sâdeliğin ihtişamını temsil ettiğini belirtiyordu..
Devlet başkanlarının gezileri, geçen yüzyıllarda pek yoktu.. Avrupa kralları arasında ‘gidiş-geliş’ler olsa bile, -yol güvenliği veya merkezî yönetimin bir problemle karşılaşabileceği endişesiyle Hacc’a bile gitmeyen- Osmanlı sultanlarının yurt dışına -savaş niyetiyle olmayan- ilk çıkışı, 1867’de Sultan Abdulaziz’in Fransa ve İngiltere’ye gitmesiyle gerçekleşmiştir. Ama, ilginçtir, Fransa o yıllarda, Paris’te Abdulaziz’i karşılarken, Marsilya limanında karaya çıkan ve ‘Yeni Osmanlılar’ (ve daha sonra Jeunes Turcs/ Jön türkler) diye anılan ve uluslararası sahneye çıkan ilk muhalif Osmanlılara da kucak açıyordu.
Bu gibi dış gezilerdeki diplomatik savaş inceliklerini asla unutmamak gerekir..
Bu açıdan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Kraliçe’nin arzusuna göre hareket etmesi hoş olmadı.. Nasıl ki, Kraliçe kendi usûlünden vazgeçmediyse, Gül de evsahibi olarak, başkanı olduğu cumhûr’un, halkın özelliklerini yansıtmalı ve hele, Avrupa krallıklarında tören kıyafeti olarak bilinen frak ve smokin gibi giysileri, sırf Kraliçe’nin arzusu öyle diye, bilhassa giymemeliydi.. Ki, bu komik kıyafetlerin ülkemize, saltanatı kaldıran M. Kemal tarafından getirilmiş olduğunu bu vesileyle öğrendik ki, o bir ayrı paradoxal davranıştır..
Bu vesileyle hatırlayalım ki, Alman İmparatoru II. Wilhelm, 1898’de İstanbul’a geldiğinde, Eyyûb Sultan Türbesi’ni de ziyaret etmek istemiş ve ama, türbedar, onu, ‘o bir ‘gayrimuslim’dir.’ diye içeri almamış; ziyaret sadece dışarıdan gerçekleşmişti.. Daha da ilginç olan şu ki, 2. Wilhelm, daha sonra Beyt-ul’Muqaddes/Jerusalem/ Kudüs’e de gitmiş ve Osmanlı’yla müttefik olduğu halde, şehre, Selahaddin Eyyûbî’nin şehri Haçlılar’dan geri alırken girdiği sur gediğinden girerek, takib ettiği tarihî hedefin sembolik işaretini vermişti.
Evet, bu gibi geziler, savaşın diplomatik usûllerle sürdürülmesidir de.. Kraliçe de, kendi beslemeleri olan Batıcı kadroların, ülkemizdeki son 100 yılı aşkın kültürel, sosyal ve örtülü siyasî hâkimiyetlerinin hangi seviyelerde olduğunu da teftiş etmek istemiştir.. Anıt-Kabir’de yazdıkları ve öteki konuşmalarında değindiği konular da bunu göstermiyor mu, esasen?
Bu vesileyle, özal’ın vefatından iki ay önce 1993 Şubatı’nda S. Demirel’in başbakan olarak gittiği Londra’da, ingiliz seçkinlerine hitaben, ‘Arkadaş, bana Ortadoğu’daki jandarmanız olarak bakamazsınız.. Bizim, Batı kültür ve medeniyetinin yüksek değerlerini, taa Orta Asya’ya kadar taşıyan bir misyonumuz olduğunu unutmayınız!.’ dediğini de hatırlayalım..
*ANAYASA MAHK. ESKİ BAŞKANI DA AJAN OLABİLİR Mİ?
‘Ergenekon Soruşturması’ sırasında, MİT'in arşivlerinin de neredeyse tamamının en ilgisiz yerlerde ele geçirildiği açıklanmıştı.. Ama, bunlar arasından bir belge, daha bir ilginç imiş..
Habere göre, Anayasa Mahk. eski Başkanı Yektâ Güngör özden'in CIA ajanı olduğunu gösteren bir MİT belgesine de ulaşılmış.. Güyâ, 1994’te, CIA Türkiye masasından Alb. W.Bob tarafından CIA ile irtibatlandırılıp, 'Güvenilir ajanlar' statüsünde yer alan özden, EC-7-97 kod numarasıyla kaydedilmiş.. Bu gibi iddialar belgesiz olursa, üzerine çamur atılamayacak kimse kalmaz. Bu açıdan, bu gibi iddiaların doğru olup olmadığının sorumluluğu, onu yayınlayanların üzerindedir.. Ancak, özden’in bu konuda çok daha net bir açıklama yapması da kaçınılmazdır..
Bu vesileyle hatırlayalım ki, İslâm İnkılabı Hareketi İran’da siyasî iktidarı ele geçirdikten sonra, Tahran’daki Amerikan Elçiliği, 4 Kasım 1979 günü üniversite öğrencilerince basılıp, 52 diplomat rehine alınırken, elçilikteki bütün gizli belgeler -yakılması halinde tamamen yanmayacağı düşünülerek- doğrama makinelerinde ince şeritler halinde kıyılmıştı.. Bu şeritler 400 mütercimin yıllarca süren titiz bir çalışmasıyla aid olduğu yerlere yapıştırıldığında, en umulmadık çehrelerin bile Amerika ile ilişkileri ortaya çıkmıştı.. Bu belgelerin bir kısmı, 200’ü aşkın kitab halinde yayınlanmıştır.. O belgelerde, Türkiye’deki Amerikan diplomat-casuslarının yazışmalarından bir kısmı da yer alıyordu..
O belgelerde, Türkiye’de, Amerika’lılara bilgi veren ve değerlendirmeye alınıp, önemsenenler arasında kimler yoktu ki.. Bu bilgi kaynaklarının hemen tamamının laik değerlere bağlı oldukları bilinen kimselerden edinilmesi tabiî idi.. Hattâ o kadar ki, İslâm İnkılabı’nın gerçekleşmesinden iki ay kadar sonra, zamanın TC. başbakanı Ecevit’in, Dışişl. Bak. Gündüz ökçün’ü İran’a göndermesi ve ökçün’ün dönüşte Amerikalı yetkililere anlattığı izlenimler bile, bu belgelerde yer alıyordu!. Yani, Amerikalıların kovulduğu bir yere, bir dost ve komşu olarak gidip, sonra da o bilgileri Amerikalılara aktarmak!..
Hele de, iletişim imkanlarıyla daha bir küçülen günümüz dünyasında, insanların, genelde kendi yerini ve bağlılığını belli bir kavim, devlet veya coğrafyaya göre değil, bağlı olduğu ‘değer ölçüleri’ne göre belirlediğini bu vesileyle bir daha hatırlayalım..
Nitekim, T.çiller’in, Amerika’daki öğretim üyeliğini bırakıp siyasete atılmak için Türkiye’ye gelirken, Washington’da, Haziran-1990’da ‘Türkiye’nin Amerikalı Dostları’ isimli dernekte ve sonra Avrupa ülkelerinde de tekrarladığı ‘Türkiye’de laiklik tehlikeye düşerse, bundan sadece bizim 200 yıllık batılılaşma projemiz değil, siz Batılıların hedefleri de zarar görür.’ şeklindeki ‘gözdağı’ verişi ve bu sözlerin bütün kemalist/laik siyasetçiler tarafından da sık sık tekrarlandığını gözönüne getirirsek; özden ve benzerlerine nisbet edilen iddiaları bu açıdan da değerlendirmenin önemi ortaya çıkmaktadır... Unutmayalım ki, 45 yıl önce, Aralık-1963’de, Türkiye’nin AB üyeliği için ilk adım olan ‘Ankara Andlaşması’ sırasında Başbakan İsmet İnönü yaptığı konuşmada, ‘Biz, bu andlaşma ile, sadece ekonomik birtakım hedefleri gütmüyoruz, belki, 200 yıllık hayallerimizin gerçekleşmesi için adım atıyoruz..’ kabilinden sözler söylemiyor muydu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.