“Olacak şey mi duymak portakal bahçelerini”
Sosyal paylaşım sitelerinde Suriye’ye de bir Mavi Marmara gemisinin gitmesi için kampanya başlatılmış. Mehmet Barlas televizyonda bu bilgiyi verirken, İsrail söz konusu olduğunda Filistin namına her türlü fedakarlığı yapanların Suriye’ye gelince suspus olmalarını eleştirerek, bunun bir çifte standart olduğunu iddia ediyor.
Liberaller içinde böyle düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Üstelik liberal olmayan kimi İslamcı kalemler de hemen hemen aynı fikri paylaştıklarını, bizzat Suriye sınırına kadar gidip eylem tertip etmekle gösterdiler.
Bunu yaparken, bölgenin en meşru iki direniş örgütü Hamas ve Hizbullah’ı da Suriye rejimine destek verdikleri gerekçesiyle yazılarında üst üste tel’in etmeyi zaten ihmal etmiyorlar.
Peki İsrail’e gelince harekete geçen insiyakın Suriye söz konusu olduğunda tevekküle bürünmesinin çifte standart olacağı iddia ediliyor da,
Libya söz konusu olduğunda askeri müdahalede bulunan ABD ve müttefiklerinin İsrail’e neden bigâne kaldıkları niye hiç düşünülmüyor?
Düşünülmez; çünkü Doğu’nun akli melekeleri ancak amcaoğulları kavgalarına göre ayarlanmıştır. En ince siyasi hesaplar ve en kavi ideolojik yapılar bile adam adama markaj yöntemiyle çalışır.
“Sözümü söylerim, gelen gelir!” yollu bir efe tavrı yerine, kuytu köşelerde türlü kişisel hesapların sözde erdemli birtakım lakırdılarla gizlenerek arzı endam ettirildiği serbest piyasa siyaseti bu coğrafyalarda her daim geçer akçedir.
Mesela bir genel seçime daha giderken Türkiye’de siyaset tarzları ve ideolojik disiplin mücadeleleri yerine, gelin-kaynana çekişmesi veya çocuk kavgasından tetiklenmiş mahalle bağrışmaları ya da hovardalık dedikoduları seviyesinde düşüklükler sergileniyor.
Sahte peygamber modunda caka satan, her bir şeyi bulmuş tüketmiş de göbeğinden geviş getiren mahlukat kıvamında kurumlanmalarda bulunan tipler, ekşimsi bir tarz-ı siyaseti ülke gündemine oturtuyor.
Bu siyaset tarzının sipahileri, evde kalmış kukumav kuşları gibi cerahate dönüşmüş çirkinliklerinden mütevellit komplekslerini üstümüze boca edip duruyorlar.
O Eski Doğu’nun büyülü kadim şehirleri şimdi iç savaşların, hiç durmadan inen Haçlı füzelerinin, evlerde çürüyen insan cesetlerinin, yol kenarlarında yatan köpek leşlerinin meskeni olmaya başladıysa ve daha başlayacak olanlar da yoldaysa, bahar yaz tatillerini ve bereketi değil de sarı sıcak altında uçuşan sivrisinekleri, kokan lağımları müjdeliyorsa ve bütün bunların tek alternatifi olarak dünya sistemine entegre olmuş bir naylon Müslümanlığın ve onun yeni yaşam biçiminin icra edilmesi şartıyla Dubai gibi ruhsuz ve hormonlu ölü çiçek soğukluğunda burgu kuleli şehirler bahşediliyor ve ahali de buna rıza gösteriliyorsa, Türkiye’de ya da başka yerlerde bahsini etmeye çalıştığımız yeni siyaset tarzına zaten alışılmış demektir.
Bu kuşatmaya rağmen insanın tek başına yapacağı bir karşı koyuş ise kişinin sadece kendi damağında bırakacağı bireysel bir böbürlenme tadından başka hiçbir şey ifade etmeyecektir. (Gerçi elbette o da bir şeydir.)
Hele de o çok bilen malumatfuruşların çöp tenekesine dönüşmüş zihinlerinden sürekli saldırıya maruz kalıyorsanız ve onlar binbir türlü kurnazlıkla elde ettikleri mevkileri bir zekâ sonucu edindiklerini ve buna hakları olduğunu sanarak caka satıyorlarsa bütün çareler tükenmiş demektir.
“... tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini...” İ.Ö.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.