Çevre ve Din
15-16 Mayıs günleri, İstanbul üniversitesi İlahiyat Fakültesi, bizim de katıldığımız “çevre ve Din” başlıklı çok önemli uluslararası bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. Bu makale yazıldığında sempozyum devam ediyordu.
Sempozyumun ana teması özetle şuydu: Yaşadığımız dünyanın ve insanlığın geleceğini tehdit eden çevre sorunları, gündemimizin en önemli maddelerinden birisi hâline gelmiştir. Bu sorunların çözümü adına yürütülen faaliyetler gittikçe katlanarak büyüyen çevre sorunlarının karşısında maalesef yetersiz kalmaktadır.
Küresel çevre sorunlarının çözülmesi için yapılacak en önemli çalışma, insanları bu konuda bilinçlendirmektir. Temel sosyal kurumların içinde önemli yer işgal eden dinin insan hayatına etkisi düşünüldüğünde, çözüm için vazgeçilemez bir araç olacağı âşikârdır. İslâm başta olmak üzere Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinlerin çevrenin korunması adına önemli uyarıları içeren öğretileri olduğu bilinmektedir. Dinlerin aynı zamanda tabiatın ve hayatın önemli unsurları olan su, toprak, ağaç, hayvan, yemek, içmek ile ilgili prensipleri de bu konuda büyük önem taşımaktadır.
Bu çerçevede sempozyumda ele alınan temel konular genel başlıklar hâlinde şöyleydi: Dinler ve çevre sorunları (Deprem, erozyon, küresel ısınma, ağaçlandırma vs.), kutsal metinlerde canlılar, çevre ahlâkı, çevre barışı, çevre eğitimi, çevre hukuku (Su hukuku, arazi hukuku vs.), çevre psikolojisi, çevre sağlığı ve çevre sosyolojisi / ekososyoloji ve diğerleri..
Düzenlenen bu sempozyumda yukarıdaki konular üzerinde dünyanın farklı üniversitelerinden bir araya gelmiş katılımcılar tebliğlerini sundular, insanlığın karşı karşıya kaldığı çevreyle ilgili büyük felâketleri önlemek için ortak bir duruşun fikrî ve ahlâkî altyapısını geliştirmeye çalıştılar. Temel amaç; çevreye karşı duyarlılığın dinî perspektiften ele alınması ve tabiri caizse bu zeminde bir çevre ahlâkının parametrelerini insanlığın üzerinde en fazla hassas olduğu dinî metinler üzerinden oluşturma çabasıydı.
Farklı medeniyetlere beşiklik yapmış ve dünya İslâm kültür merkezlerinden biri olan İstanbul'da düzenlenen bu uluslararası sempozyum, küresel çapta farklı din ve kültürel geleneklere bağlı olan konunun uzmanı bilim adamlarını bir araya getirmeyi hedeflemişti.
Bu sempozyumu tertipleyenleri ve emeği geçenleri tebrik etmek gerek! Zira insanlığı ilgilendiren bu kadar önemli bir konuya bîgâne kalmak bir anlamda sorumluluktan kaçmak demekti. Hâlbuki artık kimse bu sorumluluktan kaçamaz. Hele hele insanlığın son kurtuluş adası olan İslâm, müntesipleri eliyle bu konuda da kurtuluşun gerçek reçetesini elinde tuttuğunu ortaya koymalıdır.
çevre felâketleri sınır ve coğrafya tanımıyor. Daha geçenlerde Myanmar’da kasırganın meydana getirdiği yıkıma bütün dünya tanıklık etti: 100 binin üzerinde insanın yaşamını yitirdiği bir felâketten bahsediyoruz. Milyonlarca evsiz, yaralı, aç ve susuz, ilaçsız ve bîtab düşmüş kurbandan...
Dünyanın en katı askerî cunta rejimlerinden birisiyle yönetilen bir ülke. Her sosyal problemi çivi sanan ve bu yüzden de elindeki çekici hiç düşürmeyen askerleriyle meşhur. Metazori yöntemlerle ülkelerini düşmana karşı koruyacaklarını sanıyorlardı. Ama bir fırtına karşısında bütün ihtişamları yerle bir oldu. Acısı da milyonlarca insana düştü.
Son yıllarda küresel ısınmanın yol açtığı yıkıcı seller, kasırgalar, kuraklıklar hep daha büyük felâketleri haber veriyor.
Bu problemlerin temelinde insan var. İnsanın nasıl olup da problemin kaynağı olduğu konusunu gelecek yazıya bırakıyorum. Ancak şunu da beyan etmeden geçmeyelim: Problemin kaynağı insan olduğu için çözüm de insandan geçer. İnsanın da çözümden yana olması için güçlü bir bilince, çevre duyarlılığına ve onu motive edecek bir değerler sistemine ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak müharrik güç de dindir.
Daha geçenlerde, 3-14 Aralık 2007’de Endonezya’nın Bali adasında 180 ülke temsilcisi Birleşmiş Milletler’in düzenlemiş olduğu “Küresel Isınma Konferansı”nda bu problemlerle yüzleşmek ve gerekli çözüm inisiyatifini almak için “Yeni Küresel Isınma Anlaşması”nı sağlamak üzere bir araya geldi.
İnsanlığı birinci dereceden ilgilendiren bu meselede çözüm arayışlarında dağ fare doğurdu, Amerika’nın oyunbozanlığı sonucu bir anlaşma yapılamadan bu kadar ülke dağılıp geri gittiler. Bali Konferansı'nın insana biraz olsun ümit veren bir yanı varsa eğer, o da; 2012 yılında bitecek olan Kyoto Protokolü’nün yerine yeni bir küresel anlaşma yapmak üzere 2009 yılında bir araya gelme iradesinin beyan edilmiş olmasıdır.
Milyonlarca insan için çok geç olmadan önlem almak, neden bu kadar zor? Bu konuya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.