Al Capone, Mata Hari, Edward Lawrence’lere dikkat!
Türkiye’de uzun zamandır “yaşam tarzları” gibi ifadelendirmeler üzerinden hem mezhebi, hem etnik, hem de sınıfsal suni ayrıştırmalara gidildiği biliniyor. Bu tür bir tasniflemenin gerek laik-seküler, gerekse etnik ve dini tarafları ise başlangıçta suni de olsa zamanla halk katmanları düzeyine indi ve nihayet kendine özgü bir siyasi taban yelpazesi oluşturdu. 12 Haziran genel seçim sonuçlarının Türkiye haritasındaki renklere bölünmüş izdüşümlerine bakıldığında, bu gerçek kolaylıkla görülebilir.
Üstelik bahse konu siyasi yelpaze, “Arap Baharı” adı altında İslam coğrafyasında başlatılan kaos planlarına da eklemlenmiş durumda. Türkiye’de bir kesim Suriye sınırına dayanıp Baas rejiminin gitmesi için çeşitli tertiplerde bulunurken, diğer bir kesim ise aynı şekilde sınırda Suriye rejimi lehine bir hareketlenme içine girebiliyor.
Bütün bunlar yaşanırken, tarafların herhangi evrensel bir ideoloji veya ideolojilerle hareket etmedikleri, tam aksine belirli mezhep ve etnik unsurlar temelinde mahalli olarak ayrıştıkları görülüyor.
Yani tam da Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi adı verilen, Condoleezza Rice’ın Amerikan resmi dış politikası olarak açıkladığı ve 22 ülkenin sınırlarının değişmesini öngördüğü strateji uyarınca… Pek çok sivil toplum kuruluşunun ve siyasi partinin bu doğrultuda bir üretim içinde bulunduklarını biliyoruz.
Batı ittifakının 20. yüzyıl başındaki paylaşım planlarını sekteye uğratmış olan ve İstiklal Marşı’nda vücut bulmuş İstiklal Harbi ideolojisinin tam tersi istikametinde gelişmeler yaşıyoruz. Üstelik ne yazık ki bu ideolojinin müntesipleri gibi görünenler eliyle bu gelişmeler körükleniyor.
Mavi Marmara filosunun ikinci seferini engellemek için ellerinden geleni yapanlar, filonun asıl Libya veya Suriye’ye gitmesini önerenlerin arzuları doğrultusunda işler yapıyorlar.
İsrail ile adil ve çetin bir savaş başlatma iradesinden ve isteğinden yoksun oldukları anlaşılan kimi medya figürlerinin şimdi Libya, Suriye, hatta İran’la bir kirli savaş başlatmak veya başlatılmış bir Haçlı istilasına ortak olmak için can attıklarını artık çocuklar bile anlıyor.
1989 öncesinde Doğu Bloku’na karşı Batı ittifakının gönüllü paramiliterliğini yapanlar, düştükleri bu rezil durumu “Allahsız komünizme karşı Ehli Kitap’la ittifak ediyoruz” diye gerekçelendiriyorlardı. Şimdi o aynı irade yine Batı ittifakı lehine kirli planların tam içine düşmüş bulunuyor ve bu günahın gerekçesini de mezhebi ayrımla açıklamaya kalkıyorlar. Üstelik bu sefer mahkum etmeye çalıştıkları güçler, İsrail’e karşı kesin askeri zaferler kazanmış, bölgenin en meşru unsurları olsalar bile.
***
Suriye ile ilişkilerde “inceldiği yerden kopsun” şeklinde külhanbeyi tavırlar geliştirenlerin, Mavi Marmara’nın engellenmesi ve İsrail’e şirin gözükmek konusunda siyasi maslahattan söz etmeleri, bu meselenin sadece bir bilgi eksikliği, cahil cesareti veya kitle psikolojisine ram olmakla izah edilemeyeceğini de ortaya koyuyor.
Adlarını açıklamadıkları Suriyeli muhalif liderlerin ağzından “Dış müdahaleye zemin hazırlanmasın, Türkiye müdahale etsin” çağrısında bulunan kimi yazarlar ve onların pek değer verdikleri merkez medyadan arkadaşları ikinci defa Gazze’ye gitmeye hazırlanan Mavi Marmara’nın İsrail yerine Libya veya Suriye’ye gitmesi gerektiğini de tavsiye ediyorlardı.
Onlara göre “Mavi Marmara iradesinin İsrail’in varlığına karşı hususi düşmanlık içinde olmadığı; insan hakları ihlallerinin yaşandığı her ülkeye yönelik tavır geliştirilebildiğinin gösterilmesi ve antisemit olunmadığının bu yolla ispatlanması” gerekiyordu.
İşte şimdi bu fırsat doğdu. Şimdi o beklenti gerçekleşiyor. Sınırda Müslümanlar arasında savaş çıkarmaya niyetli bindirilmiş kıtalar, adeta bir yerlerden emir almışçasına kampanya üstüne kampanya düzenliyor.
Suriye yönetimine destek açıklayan Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas Türkiye’de itibarsızlaştırılmaya çalışılırken, bu güçler, İsrail karşısındaki konumlarına ve değerlerine bile bakılmaksızın Suriye’deki küçücük kabile ve mezhep hesaplarına ve iktidar kavgalarına kurban ediliyor.
Bölge ülkelerinin kapitalist-emperyalist dünya sisteminde işgal ettikleri yere göre sorgulanması gerekirken, bu sisteme yıllarca kafa tutmuş ülkelerin hedef tahtasına konulmasını alkışlamak, hiçbir gerekçeyle mazur görülemez. ABD-İngiliz emperyalizminin ve İsrail’in yıllardır başaramadığı şeyi gerçekleştirmeye soyunulması, öyle basit bir analiz yanılgılısı da olmasa gerektir. İşin içinde müthiş pazarlıkların ve utanılası hesapların döndüğü açıktır.
Büyük Ortadoğu Projesi yürürlükte kaldıkça ve sınırları değişeceği iddia edilen 22 ülke için kaos planları işletildikçe, elbette ki adına “devrim” denilen Sorosyen kalkışmaların ne anlama geldiğini ve neyi hedeflediğini irdelemek ve bu mevcut gidişatın tersi istikamette pozisyon almak zaruridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.