Üç cezaevi arasında Türkiye
Silivri’nin artık yoğurdu değil, mahkemesi ve cezaevi meşhur! Ergenekoncular orada tutuklu, Silivri’deki mahkemeler de Türkiye’yi ergenekondan çıkarmaya çalışıyor...
Silivri’de siviller var ve artık sivil giyinmek zorunda kalan eski askerler var... “Eski askerler” dediysek, az buz askerler değil... Bir zamanlar üfürünce en ufağı tayfun oluşturan, daha büyükleri tsunamiye yol açan kumandanlar!
“Balyoz”cular da Silivri’de...
Silivri eğer “sivil”se onun askerî simetriği Hasdal...
Hasdal’da 30’dan fazla muvazzaf general yargılamayı bekliyor...
21. yüzyılın başlarında Türkiye’de darbenin kod adı “ergenekon” idi...
Türkiye’nin yakın tarihi bir “istiklâl mücadelesi tarihi” olarak okunabilir mi? Bir zamanların tuhaf popüler tarihçisi -müteveffa- Cemal Kutay’ın “Hürriyet ve İstiklâl Mücadeleleri Tarihi” diye 20-30 ciltlik bir eseri vardı. Elbette içinde de her şey vardı! İstiklâl mücadelesi ile her şey iyi gider! (Coca cola mübarek!)
Türkiye 20. Yüzyılda yeniden yapılandırıldı.
Çok benimsediğimiz Osmanlı Devleti durup dururken yıkılmadı.
Çok sevdiğimiz cumhuriyet biz çok fazla istediğimiz için kurulmadı.
Emperyalistler için Osmanlı mı muzırdı, Cumhuriyet mi? Hemen ADD korosu oratoryoya başlayabilir: “Ne demek oluyor, zaten Osmanlı emperyalistlerin oyuncağı idi!”
Öyle mi gerçekten?
Öyle ise neden İngiltere öncülüğündeki emperyalist merkezler Osmanlı Devleti’ni yok etmek için bu kadar enerji sarfettiler ve bu iş için taşeron olarak bizi kullandılar?
Eğer bu işi taşeronsuz, yani doğrudan yapsalar idi, büyük bir husumet ile karşı karşıya kalacaklar ve güçlü bir red dalgası bütün Ortadoğu’yu ayağa kaldıracaktı.
En makul çözüm -elbette emperyalistler için- Osmanlı Devleti’ni Türklere yıktırmaktı!
Türkler köhne bir devletin yıkıcısı olmanın onuruyla oyalanırdı. Araplar ve diğer kavimler de, “Bize ne düşer, Türkler kendi elleriyle Osmanlıyı yıktılar” derdi...
Türkiye’de rejimin bekası bilhassa, Lozan’da çizilen statükonun devamı anlamına gelir. Bu devam için neler yapmadık ki? Ne darbeler, ne müdahaleler... Ne zulümler, ne kıyımlar... Ne kavgalar, ne gürültüler...
Bir sosyal mukavele demek olan anayasa, Türkiye’de asla böyle bir vasfa sahip değildi ve olamazdı.
Meşruiyet tanımlaması, yönetici bir zümrenin (gâvurcası: Oligarşinin) varlığına göre yapılmıştı. Bu oligarşi, Batının dayattığı statükonun devamını kendisi için varlık meselesi olarak görür ve bütün fiillerini ona göre tanzim ederdi.
20. Yüzyılın statükosu 20. Yüzyılda kalmaya mahkumdu.
20. yüzyılda oluşturulan statükonun mutlaklığına iman... Oligarşimizi bu imanı şimdi sarsıyor!
Türkiye’nin yakın tarihini belirleyen yabancı efendilerle hiza tutmak için çabalamayı zamanın değiştiğini fark etmeden sürdürdüler. Onlar için zaman değişmemeliydi.
Ordu içinde darbe senaryoları hep konuşulurdu, plan tatbikatları hep yapılırdı, ordu irtica ile hep mücadele ederdi... Bu normaldi, olağandı, tabii idi...
Şimdi normal bulunmuyor, tabii sayılmıyor, olağan görülmüyor...
Bunu oligarşik zihin fark edemedi. O yüzden cezaevlerini mesken edindiler. İki cezaevi dolusu kadronun kendine mahsus bir hinterlandı olduğunu düşünmek lâzım. Biz ergenekondan çıkmaya çalıştıkça, onların ergenekonu tahkime çalışmaları beklenmeli.
İmralı’nın da ergenekonla dava kardeşliği var!
Çok farklı tellerden çalıyor görünseler de, birbirlerine muhtaçlıklarını biliyorlar.
İyi çocukların iyiliği için, müşahhas kötünün olması şart!
Şu sıralar dava kardeşlerinin ortak düşmanı belli: Seçimi üçüncü defa kazanıp iktidar olan parti!
Onu başarısız kılmak için ve bilhassa gerçek bir sosyal mukavele anayasası oluşturulmaması için ellerinden ne geliyorsa yapacaklar.
Yurtta sulh olursa, Türkiye şahlanır!
Buna izin verilemez! Onlar için altın şiar: Dünya egemenlerine boyun eğ, yurtta savaş!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.