Yıldızlara basarak yürüyen adamlar
Geçen haftaki yazıya gelen tepkilerin ortak paydaları “Rasim Ozan Kütahyalı’yı kıskandığımız, muhafazakarların hakkını savunduğu için kendisine ayıp ettiğimiz ve Gürsel Tekin’le girdiği iddiadan ceket kazanmış birine dil uzatamayacağımız ve bir de böyle yaparak meşhur olamayacağımız” oldu. Oysa nohut değiliz ki Çorum’da leblebi olmaya can atıyor olalım.
Üstelik pek himayeperver malum camia gibi meşhur olmanın en kestirme yolunun Sevan Nişanyan ve Roni Margulies-sever olmaktan geçtiğini bilmiyor değiliz. Hele bir de Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde “bakın başım da örtülü, elim de tespihli” diyerek salya sümük lakırdılar etmeyi, özerklik lehine konuşmalar yapmayı, BDP otobüsünden el sallamayı, Ahmet Altan’dan melankoliye tutulmuş, kocamış çirkin kızlar için pasajlar aktarıp kot pantolon cebinden Taraf gazetesi sarkıtmayı da bilmiyor değiliz. Üstelik bütün bunlar mevcut şartların ve imkanların bize dönük yüzünde hiç zor da değil.
O halde buyurun bir gezintiye çıkalım baylar! Bakalım kendinizden neler bulacaksınız!
***
Tanımadığınız insanların arasındasınızdır. Ellerinizi koyacağınız yeri bilememektesinizdir. Ortamda gittikçe ufalmak, mümkünse yok olmak istemektesinizdir. Herkes gülüp eğlenmekte; bir tek siz orada bulunuyor olmanın nedensizliği içinde kıvranmaktasınızdır.
Ve bilirsiniz ki bu hiç de sizin suçunuz değildir. Futboldan, kadından ve edebiyattan aynı anda anlamıyor olmanın nesi suç olabilir ki. O yapmacık steril mevzularda Hıncal Uluç kahkahası savurmak ve size odaklanan gözleri fark eder etmez gerdan kırmak için müthiş bir özgüven patlamasına ihtiyacınız vardır ki, bunu bu saatten sonra nasıl denkleştirebilirsiniz?
Ve o kötü adamlar ve kötü kadınlar, sırf okula erken yazıldığı için ön sıraları kapmış olmanın avantajıyla içinde kıvrandığınız girdabı görür, Jack London’ın Martin Eden’i olduğunuzu hemen fark eder ve kudururcasına bunun zevkini çıkarırlar.
Keşke dersiniz, böyle değil de kavga ederek, pazu göstererek, aslan avlayarak, tepegöz öldürerek ad kuşansak, temaşa etseydik.
Ve bir gün biri çıkar karşınıza, oldukça da güzeldir, içi daha da güzel… Varlığı aklınıza geldiğinde ruhunuza esenlik yayar. Onunla geçirdiğiniz zamanlar an itibariyle sıradandır. Fakat daha sonra ondan sadır olan her söz bir eski zaman masalına dönüşür. Hiç görmediğiniz yerlerin büyülü akşamlarını, lacivert gecelerini getirir size. Sarı sıcaklar içinden yaz yağmurunu getirir.
Orası Meşhet olur, İsfahan olur, Bağdat olur, Horasan olur… Artık yeryüzünde hiç olmayan yerler olur. Size “oralara gidelim” dediğinde ürküp kaçtığınız, aslında bozulmasından korktuğunuz bir tılsımı ondan bile koruyarak ve fakat onu da alıp kendinize kaçtığınız yerlerdir. Yani gavurdan kaçırıp sakladığımız ve böylece istiklalini berkittiğimiz Türkiye gibi.
Ve kaçtığınız o yerde bir gün bulurlar sizi. Kıymete binmişsiniz de haberiniz yoktur. Kendi pisliklerini tükettikleri için şimdi sıra size gelmiştir. Bir fukara sofrasının saklı lezzetleri gibi, organik ve otantik yemişler gibisinizdir onlar için…
Önce tanımlamaya kalkarlar, konuştururlar sizi. Fotoğraf vermek istemezsiniz; Sezai Karakoç olursunuz. Bu sefer severek acımasızlaşırlar ve iyice sokulurlar, hiç hazzetmediğiniz biçimde över ve anlatırlar sizi.
“Bir adam yaratmaktadırlar” ha bire. Laboratuvarda geliştirilmiş bir beyni sizin bedeninize takmaya çalışmaktadırlar.
Sonra bir kuyumcu dükkanında basarlar sizi bir gün. “Altın tozlarına bulanmış parmaklarınızla mı yazdınız o cânım şiirleri” diye sırnaşırlar. Yüz vermediğinizi görünce, kendilerini çok değerli bir keşif yapmış addederler, küstahlaşırlar. Edip Cansever olursunuz tabi ki o zaman. “Kuliste yarasını saran soytarı” gibi gözükmek istemediğinizi haykırsanız da dinlemezler.
Çünkü onlar için artık para etmektesinizdir.
Yaptığınız her yanlış, ettiğiniz her küfür, olanca zayıflığınız ve tabii kabalığınızla ortaya serilen her hareketiniz bir Neyzen Tevfik, bir Can Yücel, bir Aşık Veysel, bir Neşet Ertaş etmektedir; kadından, futboldan ve edebiyattan aynı anda anlayan zevatın gözünde.
O zevat o vakit Yıldıray Oğur olur, Rasim Ozan Kütahyalı olur, Yıldırım Türker olur, Ece Temelkuran olur, Elif Şafak olur, Sevilay Yükselir olur ve bunların ağababaları Ahmet Altan olur, Sırrı Süreyya Önder olur, Hasan Cemal olur, Murat Belge olur…
Hülasatünhülasa eğer dudak büküp o panayır trenine binmek tenezzülünde bulunmazsanız o zevatın ve hempalarının gözünde “öykünmüş, arzu etmiş, iç geçirmiş, kıskanmış” olursunuz sadece.
Bir köşeye çekilip kendinize bir Bağdat, Meşhet, İsfahan, Horasan kurarsanız da bu sefer saklı cennetinizden meyve koparmaya gelen aynı yüzsüzlerin maymunu olmamak için mecburen İsmet Özel olursunuz.
Yani yıldızlara basarak yürüyen adamlara karışırsınız.
Yani, hadi oradan!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.