Hezeyândan fayda dermek bâbında...
Sonunda tahmin ettiğim gibi oldu, sayın bay Fazıl Say kafasının iyice kızgın ya da bozuk olduğu bir ânda “maksadını aşan” sözler sarfettiğini itiraf etti. Ama bu defa “aile boyu” balıklama daldılar netâmeli konuya! Oltaya atlayan sazan misâli! Hele sayın bayan anne Say muhteşem bir “performans”(!) sergilemeye başladı! Bakalım bu kapkara komedi daha nereye kadar devam edecek...
Aslında faydası da olmadı değil hani! Birçok düşünce tetiklendi, en azından fakîrin zihninde... Sözgelimi “Saygiller” mahzûn ve de mazlûm memleketimizin/insanımızın, iktidâr emâneti tevdî edilmiş Mü’min ve Mü’mine Müslümanlar tarafından “sinsice”(!) ve “sistematik”(!) olarak “sürüklenmeye” hatta “içine gömülmeye” çalışıldığı “Orta çağ karanlığı”ndan yakınırken, hangi toplumun/medeniyetin Orta çağ’ını kastetmektedirler? “Karanlık”tan söz ettiklerine göre, besbelli ki Bâtıl Batı’nın Orta çağ’ını kasdediyorlar! Hakîkaten de zifîrî karanlıktır o dönem, alabildiğine müstebit/inadına mutaassıb Kilise’nin sergilediği, selîm akıllara durgunluk verici zorbalıklar, maddî-mânevî cinâyetler hatta katl-i âmlar yüzünden! Ama aynı tarihlerde izzetli İslâm medeniyeti, hiç kuşku yok ki en aydınlık, dahası en parlak dönemini yaşıyordu; “medeniyet” nedir/nasıl olur onun adını, “kriter”lerini koyuyordu! İzzetli İslâm medeniyetinin “karanlıklara sürüklenme”si - ne tuhaf/ne ibretâmîz bir durumdur ki - Bâtıl Batı’nın “aydınlanma” diye tarif edilen dönemiyle başlar! Dolayısıyla hiçbir akl-ı selîm sahibi, şuuru müstakîm ve de münevver Mü’min/Mü’mine Müslüman, “kronolojik” olarak Orta çağ denilen dönemin karanlığından bahsedildiğinde, bunu üzerine alınmaz, bir başka deyişle kendini bu ithâmın muhatabı kabûl etmez! Olsa olsa: “Doğrudur! Bugünkü Bâtıl Batı’nın ‘cemâziyelevvel’i/sicili kapkara karanlıktır, her mânâda pistir, iğrençtir, insanlığın ve medeniyetin yüzkarasıdır! Elhamdulillâh, bizim izzetli ümmet-i Muhammed olarak böyle utanç dolu karanlık bir geçmişimiz yok! Bugün izzetli ümmet-i Muhammed’de ne yazık ki gözlemlediğimiz bilumum yamukluklar, Bâtıl Batı’nın güdümüne girmesinden sonra başlamıştır! özünde de mubârek Kur’ân’ın ve Sünnet-i Seniyye’nin aydınlatıcı rehberliğinden tedrîcen uzaklaşmaya başlamamız yatmaktadır!” der ve konuyu kapatır!
Gelgelelim bu “Saygiller” makûlesi kendini izzetli İslâm medeniyetinin bir mensûbu olarak algılamaz, hele hiç görmez! Bir ihtimâl bundan utanır, hatta nefret dahi eder! Bu makûleden olanlar, yurtdışına çıktıklarında kendilerine: “Ay, siz hiç Türk’e benzemiyorsunuz! (ki burada bu benzetmeyi yapanların “Türk” derken, en azından şuuraltlarında “Müslüman” kasdettiklerini özellikle hatırlatmak isterim!)” denmesini doğrudan/apaçık “hakaret” olarak değil büyük bir “iltifat”/“saygın”(!) bir pâye, ne kadar “çağdaş” olduklarının (ki burada “çağdaş” derken, bu makûlenin çoğunluğunun kesinlikle yegâne ölçü olarak Bâtıl Batı’yı kabûl ettiğini hatırlatmak isterim!) tasdîki/en sağlam delillerinden biri olarak algılarlar ve bunu da pek bir iftihâr ederek önüne gelen herkese anlatırlar!
Eh, bu zihniyete sahip, daha doğru bir deyişle, böylesine yoğun bir şuur kirlenmesine, kimlik/âidiyet yabancılaşmasına uğramış kimselerin, ısrarla özendikleri/taklîd ettikleri ortama/dünyaya firâr etmek istemelerinden daha tabiî ne olabilir ki?
Bir mes’ele daha var...
En az sayın bay Fazıl Say kadar – hatta bu fakîre göre ondan fersah fersah üstün – birer “dünya çapında”/“evrensel” sanatçı/“virtüoz” olan, sözgelimi klâsik kemençenin genç üstâdı, azîz kardeşim, muhterem Deryâ Türkan beyefendi, üstâd neyzen, azîz kardeşim, muhterem Azîz Şenol Filiz beyefendi, üstâd Erkan Oğur beyefendi, yine azîz kardeşim, muhterem Hasan Cihâd örter ve azîz kardeşim, muhterem Tuluyhan Uğurlu beyefendiler ve burada her birinin ismini tek tek zikretmeye kalksam bütün gazeteyi doldurabileceğim daha nice muhterem üstâd, sayın bay Fazıl Say’dan daha farklı, ya da daha üstün/ayrıcalıklı bir muameleye mi tâbi tutulmaktadırlar resmî makamlar tarafından da, onun koparttığı çığlık çığlığa yaygarayı kopartmazlar bir türlü? Peki medâr-ı iftihârlarımız olan bu sessiz, vakûr ve derin üstâdlar “çağdaş aydın”lar değiller midir ki sayın bay Fazıl Say’ın – dolayısıyla da bilumum “Saygiller”in! – taşıdığı o pek mühim kaygıları taşımazlar? Yoksa, taşırlar da dile getirmekten mi korkarlar? Neden medâr-ı iftihârlarımız olan bu sessiz, vakûr ve derin üstâdların “uluslararası” başarılarından Câhiliye medyasında kolay kolay, hatta hiç söz edilmez? Acaîb kılıklara bürünmedikleri, tuhaf takılarla/dövmelerle süslenmeyi uygun görmedikleri, dahası, birtakım hoppala-cuppala hatunlarla, üstüne üstlük ayyûka çıkan, buram buram reklâm kokan ğayr-i meşrû ilişkileri olmadığı, yani zinâya bulaşmaktan uzak durdukları için mi? Yoksa öyle “gizemli meczûb” havalarına bürünüp ağızlarına/akıllarına gelen herşeyi köpük köpük ortalığa saçmadıkları için mi?
Demem o ki, faydası da olmuyor değil o meşhûr Tuhaf Gürûh’un ve de “Saygiller”in bize!
Şuur tazeliyoruz, gaflet uykusu mahmûrluğuna düşen zihinlerimiz tetikleniveriyor bir ânda! Fena mı?
Mubârek Kurbân Bayramı’mız, bilumum Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlara nice hayırlar, bol bol rahmet ve bereket getirsin, “kurbiyet”imizi arttırsın, güçlendirsin, derinleştirsin inşaallah!
Müteyakkız olalım, müteyakkız kalalım!