Askerî darbeler perişanlık getirdi
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından İstanbul Radyoevi ve Harbiye Orduevi önünde nöbet tutan tanklar.
SON İMPARATORLUK BATTI
Devletler kuran, geçmişi Mete’ye kadar uzanan dünya tarihinin en seçkin ordusu, çok kısa vâdeli menfaatler veya boş ideolojiler gibi sebeplerle son imparatorluğumuzu batırdı.
ÜLKE ÇEYREK ASIR KAYBETTİ
1960, 1971, 1980 darbeleri de Türkiye’ye çeyrek asır kaybettirdi. 1807-1826 yılları arasında meydana gelen olaylarda da böyle bir çeyrek asır kaybettiğimizi hatırlatıyorum.
Askerî darbe, silâhlı kuvvetlerin, ellerindeki silâha güvenerek, iktidara karşı yaptıkları eylemdir. Yalnız hükûmete, yalnız devlet başkanına veya her ikisine karşı olabilir. Asker, taraftarlarını iktidara getirir veya bizzat kendisini iktidar ilân eder.
Ne dünya tarihini, ne diğer Türk devletlerini konuya dahil etmeksizin, yalnız bizim devletimiz, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi üzerinde duracağım.
Avrupa devletlerinde, tahtından indirilen ve öldürülen hükümdar sayısı bize nisbetle çok azdır. Osmanlı’nın rekor kırdığı açıktır. Osmanoğulları’nın -Mete’den indikleri için- kutlu olduğuna, devlet kurucu olduklarına, üstelik 1516’dan itibaren Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi (Zıllullâhi fi’l-ard) ve Efendimiz’in meşrû halefi bulunduklarına şüphe edilmeyen bir sistem içinde, bu kötü rekor kırılmıştır. Osmanoğulları’nın 2700 yıllık Türk tarihinde en büyük Türk ailesi olduğu mutlak bir gerçektir.
Padişahlarımız 36 sayılır. Ben 40’a çıkarıyorum. Ertuğrul Gazi’yi, Yıldırım’ın oğulları I. Süleyman ile Mûsâ Çelebi’yi ve son halîfe II. Abdülmecîd’i katıyorum. Bakalım âkıbetleri ne olmuş:
ÖLDÜRÜLEN VE TAHTTAN İNDİRİLEN PADİŞAHLAR
Tam 8 padişahımızı öldürdük. Şehid düşen I. Murâd ile bu sayı 9 olur. 10 padişahımızı da tahttan indirdik. 19 toplam eder. Demek 21’inin hükümranlığı tabii şekilde son bulmuş. Bu, feci bir tablodur. Üstelik “Genç” denen İkinci Osman, ibrişim kemendle boğularak değil, kılıç ve hançerle kanı akıtılarak öldürülmüştür. Mete’nin kutlu kanını taşıdığı kaale bile alınmamıştır.
Kaç “sadrâzam” denen imparatorluk sadrâzamının, kaç vezîr (mareşal), kaç beylerbeyi (orgeneral) pâyesindeki devlet adamımızın öldürüldüğünü hesaplamak bile zordur. Son olarak Başbakan Adnan Menderes’i öldürerek feci tabloyu tamamladık.
Ancak Osmanlı’nın ilmiye mensuplarına, ulemây-i rüsûn denen rütbeli ve üniformalı yöneticilerine asla idam ve hapis cezası verilmemesi, azil ve yakın bir yere maaşlı sürgünle yetinilmesi olumlu bir tablodur. Bu yargıçlar ve müderrisler sınıfı imparatorluğumuzun belediye başkanları, ilçe ve bucak kaymakam ve maliye müdürleri, eğitim ve kültür ve din işlerini yönetmiştir (1826’da Sultan Mahmud, yalnız din işleri ve medrese eğitimini bu sınıfta bıraktı, vakıfları bile mülkiye sınıfına verdi). Buna rağmen 3 şeyhülislâmın öldürülmesi gibi istisnâî bir olguyu hatırlatıyorum (1634, 1656, 1703).
“Kapıkulu” tabir edilen sınıf, başta yeniçeriler, büyük darbeler yaparak iktidar olmak veya iktidarı belirli menfaatlerine göre yönelterek 460 yıllık ömrünü, 15 Haziran 1826 günü 8 saat içinde imhâ edilerek tamamladı. Halbuki “kapıkulu” olmak ayrıcalığını taşıyorlardı. Padişah yalnız onlara “kullarım” diye hitâb ederek şeref kazandırırdı. Diğer askerî sınıflar, sipâhîler, akıncılar ve halktan hiç kimse bu şeref hitâbına mazhar olmamışlardır (Bazı inkılâb yobazları, bütün nüfusun “kulum, kullarım” hitâbına muhâtab olduklarını yazarak cumhuriyet çocuklarımızı kandırmışlardır. Büyüklere “kulumuz, bendeniz” gibi hitaplar nezâket kelimeleridir, “bendeniz” hâlâ kullanılıyor).
Bugünkü modern donanmamız, Üçüncü Selim’in, bugünkü kara kuvvetlerimiz amcaoğlu İkinci Mahmûd’un, jandarma ve polis ise oğlu Sultân Abdülmecîd’in eserleridir. Tıbbiye dahil askerî okullarımızı kuran Sultan Mahmud, subayın politikaya karışmamasını titizlik, hattâ sertlikle izlemiş, sadece bir mareşal ile bir büyükamiral’i imparatorluk hükûmetine nâzır alarak politika konuşmalarına izin vermiştir.
Sultan Mahmûd’un bu temel ilkesini 1876 fecî darbesiyle -sadrâzamlıkta da bulunan- Hüseyin Avni Paşa çiğnedi. Harbiye’nin erkân-ı harb sınıfının ilk 5 mezunundan biridir (Bu 5 subayın üçü mareşalliğe yükseldi, ikisi kurmay albayken emekli oldu).
1876 darbesi, Türkiye’yi dünyaya rezil etti. 93 Harbi faciasını hazırlayarak devleti perişan etti. Tanzimat’ın demokrasi yürüyüşünü engelledi. II. Abdülhamîd’i 1878-1908 arası 30 yıl yönetimi şahsen üzerine almak durumunda bıraktı. Bu hükümdar, askerin politikaya girmemesini temel ilke kabûl etti. Buna rağmen 1908 darbesini önleyemedi. 1908, 1909, 1913 darbeleri birbirini izledi. İmparatorluk, karşıtlarını, hattâ sadece tarafsızları hâin-i vatan ilân eden, subayları İttihadçı ve Halâskâr diye birbirine hasım iki parçaya ayıran ekserisi 30’lu yaşlarda küçük rütbeli subayların eline düştü. Bu sebeple Balkan Savaşı’nda yenildik, Avrupa’da sınırlarımızı Tuna ve Adriyatik’ten Meriç’e çektik. Tarafsız binlerce subay tard veya emekli edildi. Bu subay kıtlığı içinde 1914’te İngiltere, Fransa ve Rusya’ya harb ilân ettik. Düşmanı Sakarya’ya kadar getirdik.
SON 3 DARBE TÜRKİYE’YE ÇEYREK ASIR KAYBETTİRDİ
Devletler kuran, geçmişi Mete’ye kadar uzanan dünya tarihinin çok seçkin orduları, çok kısa vâdeli menfaatler veya boş ideolojiler gibi sebeplerle son imparatorluğumuzu batırdı. Sultân Abdülazîz’i intihar etti yutturmacası ile öldürten (1876) Hüseyin Avni Paşa’yı, şehit padişahın oğlu Velîahd Yusuf İzzeddîn Efendi’yi gene intihar etti diye öldürten (1916) Enver Paşa izledi .
Çöküş döneminin her safhasını yaşayan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nde subayın politikaya girmemesini büyük dikkatle izledi. Genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak da, aynı imparatorluk tecrübesinden geliyordu. Bu hususta Atatürk’e büyük yardımcı oldu.
1960, 1971, 1980 darbeleri Türkiye’ye çeyrek asır kaybettirdi. 1807-1826’da da böyle bir çeyrek asır kaybettiğimizi hatırlatıyorum. 1951’de bağımsızlığını kurtardığımız Güney Kore bugün dünyanın 17. değil, 15. ekonomisi ve mükemmellik sıralamasında 30.’dur. 1826 öncesi “şerîat elden gidiyor” sloganı 3 Cumhuriyet darbesinde “Atatürk elden gidiyor”a dönüştü. Şerîat yerli yerindedir. Atatürk de öyle...
27 Mayıs darbesinden sonra tutuklanarak yargılanan Başbakan Adnan Menderes, idam edilmişti.
Kitaplar Arasında...
NUTUK’LA İLGİLİ ANSİKLOPEDİK BİR ÇALIŞMA
AYDİL EROL, Nutuk Sözlüğü, İst. 2011, Bilgeoğuz Yayını, 336 s. Atsız’ın “arûz ile şiir yazan bir çocuk” diye vaktiyle bana tanıştırdığı Aydil Erol, benim Doğu ve Batı dillerinde terimlerle dopdolu kitaplarımın bazılarının düzeltmenliğini de yapıp kahrımı çekmiştir. Türkiye’de insan isimlerinin sözlüğünü gittikçe geliştirerek yayınladı. Şimdi de hiç akla gelmeyen bir konuyu işliyor. Atatürk’ün Nutuk adlı hacimli eserinde geçen yabancılaşmış kelimelerle kişileri bugünkü nesle tanıtan ansiklopedik bir kitabı elimizde. “Nutuk’ta Kim Kimdir?” diye de yazabilirim. Nutuk, dehâ sahibi bir asker ve politikacı olan Atatürk’ün edebî şâheseridir. Osmanlı Türkçesi’nin ne derecede gelişmiş bir estetiğe, ne zengin bir anlatıma ulaştığını gösteren son düzyazılı eserlerdendir. Bu hususa hiç temas edilmedi. Aynı zamanda Osmanlı kurmay subayının ne yüksek derecede kültürle yetiştirildiğinin de somut isbatıdır. Bu husus da pas geçildi. Nutuk’u bugün Latin harfleri ile de iki cümlesini değil anlamak, doğru telaffuzla okuyacak bir nesil yok. Nutuk’un bazıları gülünç şekilde sadeleştirilmişlerini okuyoruz. Nutuk’un tarih kaynağı olarak değerlendirilmesine gelince, tabiatiyle önemli kaynaktır. Fakat politikacı olması tabii bir devlet adamının eseridir, tarih metodolojisi bakımından dikkat edilmesi gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.