Kıymetimi bilemediler mösyö
Kendini klişe mağduriyetlerin aktörü yaparak ilgiye mazhar olmak çok ucuz ve hayli eski bir yöntemdir.
Hastanede tedavi gören anneannesi için Twitter’daki hesabından kan arayan yazar Ece Temelkuran’ın “kanı Kürtler versin, Ermeniler versin, beter ol” şeklinde ırkçı mesajlar gelmesi üzerine hisli manifestolarını buradan kalkarak kaleme alması, izaha kalkıştığımız mevzu bakımdan önemli bir veriydi.
Bu veriyi şimdi bir başka olayla güçlendireceğiz:
Hafifmeşrep reklam filminde oynayan bir adam, karısının denizde güneşlenirken ölmesi sonucu basına tuhaf demeçler veriyor, garip hareketler sergiliyordu. Cenazeye damatlığını giyip giden bu adam, kimse kendisine o yönde bir şey sormadığı halde sosyal mesaj vermek gayesiyle “organlarını bağışlayacaktım ama zarar gördükleri için almadılar” diyordu. Aynı adamın “yakama bir kelebek konmuştu, şimdi uçup gitti” gibi önceden çalışılmış kusmuk kıvamındaki lafları ise daha esaslı duyuşlar için kendi halinde devinen duygularımıza saldırıp onları gasp ediyordu.
İnsanların en mahrem acılarını ve mağduriyetlerini arsız bir teşhircilikle sergileyebilmeleri ve üstelik bu teşhir üzerinden kendilerine yepyeni fırsatlar doğurmaları, günümüzde birer “başarı öyküsü” olarak kabul görüyor.
Bu yöntem Türkiye, Türklük, İslam aleyhine mevzularda olduğunda ise ülke sınırlarını da aşan bir başarıya dönüşebiliyor. Sanat alanında ve bilhassa da edebiyatta Amerika ve Avrupa’da ilgi görmenin en kolay ve etkili yolu, “vahşi ülkemin nadide ve kırılgan çiçeğiyim, kıymetimi sizin kadar bilemediler mösyö” demek kadar kolay.
Orhan Pamuk ve Elif Şafak bunun en iyi örnekleridir. Onlar, daha önce pek çok Hintli ve Arap yazarın “başardığı” şeyi tekrarlayıp şimdiki yeni yetmelere örnek oldular. Peşlerinde uzayıp giden bir kuyruk oluştu.
“Bak şimdi kendimi nasıl mağdur yapacağım” diyerek polise dalan, bir taraftan da bu durumu kocasına kamerayla kaydettiren patolojik davranış sahipleri bile bu ülkede “başarı” kaydetti.
“Peki ama kim bunlar?” sorusunun geleceği aşikar. Tek tek saymanın ise lüzumu yok. Siyasi bakımdan farlılık arz ediyorlar elbette, ama mahiyet itibariyle hiç farkları yok. Aynı anlam iklimini paylaşan ve zaten “demokrasi, insan hakları, özgürlük” şeklindeki iğfal edilmiş kavramları duyunca yağları eriyenlerden. Liberal, muhafazakar veya solcu bir kimlik taşıyıp taşımadıklarına bakmaksızın artık hemencecik de kaynaşabiliyorlar.
Şimdi onların yazdıklarından ilham alan ve de gaza gelen kimileri etnik kimliklerin müdafaasıyla ucuz devrimcilik taslaması yapıyor, kimileri Arap Baharı’nda Amerikan sortilerine şükür secdesinde bulunuyor, kimileri de kapanmış yarasına parmağını sokup yeniden kanatarak, “bütün zamanların en iyi mağduru benim” diyerek kendini mazoşizm soslu siyasi arabeskin güvenli ve mesuliyetsiz kollarına bırakıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.