Kur’an, Oryantalizm ve ‘Hür’ olmak
Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” demeye henüz fırsatım olmadı. Ama geçen hafta bir Twitter mesajı yazdım ve gündemim birazcık değişti. Taraf yazarı Ayşe Hür’ün sayfasına konuk oldum birden bire.
Önce “olayın” özeti: Ayşe Hür, son üç haftadır Kur’an-ı Kerim üzerine yazıyor. Önce “savaş ayetleri”ni konu edindi. Sonraki hafta, “Ama hangi Kuran’ı esas alacağız” diye başlık atıp, Kur’an metninin tarihçesine girdi. Zaman’dan Ali Ünal, bu yazıya biraz sert bir cevap verdi. Ben de, “bilgisel içeriğine katıldığımı” not ederek, yani üslubundan ayrı durarak, Ali Ünal’ın yazısını Twitter’da önerdim.
İşte bunun üzerine Ayşe Hür, benden ve iki dost yazardan söz etmiş. Bize - ne demekse - “münevveran takımı” demiş. Sorunumuz, Kur’an metninin tarihçesi gibi “karmaşık” konularda “kolayca tatmin” olmakmış.
Gelenek ve devlet
Evet, ben elimizdeki yazılı Kur’an metninin - S sesinin “sin”le mi yoksa “sad”la mı yazılacağı gibi detaylar dışında - Hz. Peygamber devrindeki sözlü Kur’an ile aynı olduğuna mutmainim. Bu ise, Hür’ün dar ayrımının (“iman”a karşı “bilim”) ötesinde “geleneğe itimad”a dayanıyor.
Bunun anlamı şu: Kur’an, onu kutsal sayan kesintisiz bir “insani zincir” tarafından bugüne taşınmış durumda. Hz. Peygamber zamanında onlarca Müslüman tarafından ezberlenmiş ve yazılmış. İlk halifeler devrinde çoğaltılmış ve nesiller boyu sayısız Müslümanın gözü önünde olmuş.
Aynı mantıkla, elimde 7. yüzyıla ait bir arkeolojik kanıt veya noter kaydı olmasa da, Kur’an’da bahsedilen Beyt’in (Ev’in), bugün Mekke’nin ortasında duran Ka’be olduğuna eminim. Çünkü Müslümanlar, 1400 yıldır her gün aynı Ka’be’yi tavaf ediyor.
Doğduğu topraklarda baştan beri “devlet” olan İslamiyet’in bu “kesintisiz tarih”i, diğer iki İbrahimî dinde yoktur. Yani, Tevrat’tan sonra Yahudiler, İncil’den sonra da Hıristiyanlar, sürgün ve yağmalara maruz kalmıştır. Filistin’de yaşayıp Aramice konuşan Hz. İsa’nın sözlerinin Anadolu’da ve Yunanca yazılan İncil’lerde aktarılması bundandır. Dahası Hıristiyanlar, dördüncü yüzyılda “devlet” olana dek, gizli gruplar halinde yaşamışlar ve aralarında farklı “İnciller” ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla “Ama hangi İncil; Yeni Ahit’teki dörtlü mü, yoksa mesela Thomas İncili mi” gibi bir soru anlamlıyken, “Ama hangi Kur’an” sorusu anlamsızdır.
‘İman’ meselesi
Nitekim, Batı’daki İslam araştırmacıları (“Oryantalistler”) arasında da Kur’an’ın orjinalliği konusunda geniş bir tartışma yok aslında. Bir tek Ayşe Hür’ün de belirttiği Patricia Crone ve Michael Cook (“Book” değil, Cook), Kur’an’ı bir 8. yüzyıl kurgusu sayan “Hagarism” diye uçuk bir teori ortaya atmışlardı. Ancak pek kabul görmedikleri gibi kendileri de geri bastılar.
Bir diğer önemli nüans da şu: Kur’an, “en eski İslami metin”dir. Kendisinin bize nasıl ulaştığını anlatan “tarihsel” kayıtlardan (siyer ve hadis kitaplarından) neredeyse 150 yıl önceye aittir. Ayşe Hür’ün, Kur’an’la ilgili fazla “malzeme” bulamayıp ikinci yazısında siyer ve hadise açılması da anlamlıdır: Kur’an’ın kutsallığı ve tekliği, “Kur’an sonrası” kaynaklar için geçerli değildir çünkü.
Son olarak, muhtemel sert tepkilere karşı Ayşe Hür’ün yanında olduğumu, son yazılarına katılmasam da bunları yazma hakkını savunduğumu belirtmek isterim. “Oryantalizm”in illa kötü bir şey olmadığı ve bir itham gibi kullanılmaması gerektiğine de katılıyorum.
Ancak “hür olmayı” seküler (ve hatta ateist) olmakla özdeş gibi gösteren imasına katılmak mümkün değil. Hür olmak, dış baskıdan kurtulmaktır. İçte ise herkes bir şeylere iman eder. Ayşe Hür de zaten bir şeylere “iman” ediyor, çünkü belirli bir “paradigma” içinden konuşuyor. Farkında olsa da, olmasa da...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.