Kim tutmadı sözünü
Gilad Şalit’in 1027 Filistinli karşılığında evine dönmesi, Ortadoğu’da sürecin normalleşmesi adına önemli bir gelişme. Bu takasa İsrail’de de Gazze’de de ciddi bir direnç olduğu muhakkak. Ancak sonuca baktığınız zaman arada söylenen sözlerin anlamsız kaldığını görüyorsunuz. Kimileri diyor ki; “Bir İsraillinin 1027 Müslümana bedel olduğu tescillenmiş oldu”... Doğru, haklı, yerinde bir kaygı mıdır? Asla. Saçma sapan bir karşılaştırma. Peki ya Hamas bu takasla “İsrail’e diz çöktürmüş” sayılır mı? Bana sorarsanız kimse kimseye diz çöktürmüş falan da değil. Rasyonel zekanın istediği oldu. Barışa da vesile olur inşallah. Şimdi bu yaşanandan yola çıkarak diyorlar ki; “İsrail’in, bugün serbest bıraktığı 1027 kişiyi, yarın başka sebeblerle yeniden tutuklamayacağını nereden bileceğiz?” Bu soru duvar gibi duruyor ortada. Yapılan anlaşmada bu hüküm var kuşkusuz ancak neden ve nasıl güveneceksiniz ki İsrail’e?.. Çok çok şunu söyleyebilirsiniz; “eğer İsrail sözünde durmazsa, Hamas da durmaz”.. Bu kadar basit..
¥
Gilad Şalit takası ile PKK-MİT görüşmeleri arasında benzerlik kurmaya çalışıyor bazıları. Kimseye uzun uzun HAMAS’ın PKK’ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de İsrail terör devletine benzemediğini anlatacak değilim. İçerikle ilgili eleştirilere yönelik itirazımı yazacağım. Zira HAMAS-PKK benzetmesini ilk kez yapmıyorlar. Her seferinde de birileri ağızlarının payını veriyor zaten. İçerikte ise Habur’dan gelenlere devletin bir söz verdiği ancak bu sözü tutmadığı görüşü yükseltiliyor. Devlet bu insanlara tutuklanmayacağı garantisini verdikten sonra dönüşlerine imkan sağlamış ancak daha sonra bu kişiler tutuklanmış. Kapalı kapılar arkasında ne konuşulduğunu bilmiyorum. Kimin kime ne söz verdiğini de bilmem mümkün değil. Sadece yaptığım okumalar kadarıyla Türk hukuk sisteminin neye imkan tanıdığına vakıfım. Eğer kimlik değiştirip (bir tür tanık koruma programı gibi) başka bir hayat teklif edilmediyse bir kişiye ve mevcut yasalar çerçevesinde olacaktıysa girişleri, bugün yaşadığımız sonuçtan başka bir sonuca varılmış olmasına olanak yoktu ki.. Geleceklerdi, pişman olduklarını söyleyeceklerdi, ellerine silah almadıklarını ve o örgüte bir daha dönmek istemediklerini söyleyeceklerdi savcıya. Kısa bir araştırma yapılacaktı, anlattıkları doğruysa serbest bırakılacaklardı. Dönüş, projeli bir dönüş olduğu için, örgüt zaten, suça bulaşmamış kişileri seçip gönderecekti. Dolayısıyla araştırma sonunda da bu kişilerin suçsuz olduğu çıkmalıydı ortaya. Eğer verildiği halde tutulmamış bir sözden bahsediyorsak, önce PKK’ya bakmalıyız bu anlamda. Kapıdan girer girmez; “Biz teslim olmaya ve pişmanlık yasasından yararlanmaya gelmedik” diyen, “Kürt halkının önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine, barışa katkı sağlamak üzere Türkiye’ye geldim” şeklinde ifade veren bu kişilerin anlaşmayı (!) bozduğunu düşünmüyorsunuz da devletin bozduğunu düşünüyorsunuz.. PKK’nın güvenilmez bir yapı olduğunu kanıtlamaya çalışmıyorum. Her şey apaçık ortada zaten.. Geçen gün karar duruşması vardı Diyarbakır’da.. Sanıklardan Mustafa Ayhan, “Devletin kendi kurumu çağrı yapmıştı, biz bunun için geldik” dedi hakime.. Bir yerden birileri çıkıp da; “olacak işi nasıl berbat ederiz ?” diye sorsa, böyle organizeli bir rezalet benim aklıma gelmezdi açık söyleyeyim. Tutuklananlar tutuklandı, geri dönenler döndü, süreç başladığı yerden de geriye gitti. Oysa Habur, kanın durması, temel meselelerin çözülmesi için bir milat olabilirdi. Böyle olmasını PKK istemedi. Kalın sağlıcakla.