ABD-İran ya da kurt-kuzu masalı
Kırkı devireli hayli zaman oldu, ama hala masal okumaktan vazgeçemiyorum. Şu günlerde tekrar okuma ihtiyacı hissettiğim bir masal var. Hepiniz hatırlarsınız; kurt çoktan kararını vermiştir ve eninde sonunda kuzuyu yiyecektir. Fakat laf olsun torba dolsun kabilinden mazeretler öne sürmektedir. Sonuç malum, kuzudan hala haber yok!
ABD tarafından sahneye konulan yeni İran senaryosu, kurt-kuzu mücadelesinin yeni bir aşaması olsa gerek. Washington’daki senaryo yazıcıların La Fontaine’den haberdar olduklarını hiç sanmıyorum. Lakin Amerikan topraklarında Suudi Büyükelçisi’ne yönelik bombalı bir saldırının, üstelik Meksikalı uyuşturucu kaçakçılarının işbirliğiyle planlanması, akla ziyan bir modern masal gibi geliyor kulağa.
ABD ve İran arasında nice zamandır devam eden bilek güreşinin, eninde sonunda doğrudan bir çatışmaya dönüşeceğini bekleyenlerin sayısı bir hayli fazla. Hatta bu paranteze İsrail’i ve onun bitip tükenmek bilmeyen güvenlik paranoyasını da eklerseniz, çatışmanın tarafları üç aşağı beş yukarı ortaya çıkmış oluyor.
Peki ne oluyor, isterseniz sırasıyla bakalım:
Bir: Sanıldığının aksine ABD ve İran sürekli çatışma halinde değil. Mesela ABD’nin uzun zamandır Irak üzerinde en ciddi masa arkadaşı İran. Buna Afganistan’ı da ekleyebilirsiniz.
İki: 1979’daki devrimin ardından Tahran yönetiminin Washington’la yaşadığı gerginlik malum. Ancak bu durum İran’ın, tarihsel derinliği hayli fazla olan ve Perslerden bu yana parmak ısırtan ‘diplomatik satranç’ alışkanlığını zayıflatmadı. ‘Acem oyunu’ ve de ‘Acem abartması’ gibi dilimize giren deyimlere dikkat!
Üç: Bu coğrafyada dengelerin bir anda değişebileceğini, mesela Washington-Tahran hattında beklenmedik diyalogların ortaya çıkabileceğini hatırdan çıkarmayalım. Lakin Acem oyununu anlamak başka, bu tezgahın bir parçası olmak bambaşka. Türkiye, uzun zamandır bu tezgahın parçası olmayacağını ilan ediyor. Biraz akıl, fikir ve izan lütfen!
Dört: Türkiye ve İran arasındaki ilişkilerde, uzun zamandır ciddi bir sorun yaşamadığı doğru. Ancak bu gerçeğin, iki ülke arasındaki rekabeti ortadan kaldırmadığını da unutmamak lazım. Önce Irak ve Lübnan, şimdi Suriye meselesi bunun en açık örnekleri. Marifet, rekabeti çatışmaya dönüştürmemek.
Beş: Ankara’nın, Tahran konusundaki politikası tam da bu ölçüye dayanıyor. Çatışma değil, rekabet. Yeri geldiğinde dostça uyarı, yeri geldiğinde sonuna kadar destek. Nitekim, Ahmet Davutoğlu’nun ‘İran’a saldırmak isteyen karşısında bizi bulur’ sözü de bunu ifade ediyor.
Altı: Bunun için İran’la ilgili politikaların, tamamen komşuluk, kardeşlik, ticaret ve siyasi başlıklar üzerinden devam etmesi gerekiyor. Meseleyi bir kez Şii-Sünni zemininde ele almaya başlarsanız, yandığınız gün demektir. Bakınız, Amerika’nın yeni kurt-kuzu masalında kendisine iyi çocuk rolü verdiği Suudi Kralı’nın düştüğü durum!
Yedi: Demek ki mesele şu: Kıyıda köşede ‘Şu Amerika İran’ı vursa da rahatlasak’ diye bekleşip, ‘Zaten bu İranlılar da Amerika’nın suyunu bulandırıyor’ ezberini dillendirenler, öncelikle Türkiye’nin politikasını doğru okumuyorlar. Murat Karayılan konusundaki tartışmaya, hükümetin ne denli soğukkanlı ve dikkatli yaklaştığına biraz daha yakından bakılmalı.
Sekiz: Türkiye’nin İran konusunda kurtlar sofrasına servis yapmasını bekleyenler; tarihten, kardeşlikten ve yaşadıkları ülkenin gelecek tasavvurundan haberdar olmayanlardır. Kaldı ki, kendi evi camdan olup başkasının penceresine taş atılmasını alkışlamak, herhalde ahmaklıktan öte tarif edilemez.