Yılmaz Öztuna

Yılmaz Öztuna

Ötüken’den Viyana'ya

Ötüken’den Viyana'ya

TÜRK HANEDANLARININ ATASI
Mete, Oğuz denen en önemli Türk kavminin ve Osmanoğulları dahil bütün belli başlı Türk hanedanlarının atasıdır. 840 yılında Türk hâkanları, Ötüken’den çıkarılıyor. Kuş uçuşu 2000 kilometre güneybatıya; burada yurt tutuyorlar.

UZUN MEŞAKKATLİ BİR DÖNEM
1529’da Viyana’dayız. 1683’te Batıya doğru hamlemiz kırılır. Şaşırmışızdır, üzülmüşüzdür. 1718’de Nevşehir’den gelip iktidara geçen Dâmâd İbrahim Paşa, Batı’yı içinden anlama dönemimizi başlatır. Uzun, meşakkatli bir dönemdir bu...

BU ÇAĞDAŞLAŞMA YETERLİ DEĞİL
Çağdaşlaşmanın bir yerindeyiz. Bata çıka, düşe kalka bir çizgiye eriştik. Hiçbir Türk’ün bu çizgiye razı olmadığı gerçektir. Bu çizgi, bizim için yeterli değildir.


Biz Türkler tarih sahnesine 2.700 yıl önce giriyoruz. Hemen hemen 4.000 yıl önce Proto-Türk izlerine rastlanıyorsa da Alp Er Tunga adındaki Türk hâkanı, Ârî kavimleri yönetiminde toplamak için, büyük bir teşebbüs yapıyor. İranlılar’ın Efrasyab dedikleri Alp Er Tunga, kızının oğlu olan İran Med şehenşâhı Kiros (Keyhusrev)’le cihanşümul bir mücadeleye girişiyor. Kiros, hâkanımızı Altaylar’a kadar sürüyor. Sonra Alp Er Tunga, bugünkü Azerbaycan’a kadar geliyor. Fakat torununa yenilerek burada öldürülüyor. Mîlâd’dan önce 624 yılıdır. Dünya nüfusu 100 milyon var yoktur...
Alp Er Tunga’nın ihtimal 10. kuşak torunu olan Mete, Kuzey Asya’da muazzam bir imparatorluk kuruyor. Ordusunu onlu birimlerle oluşturuyor. 10.000’er kişilik 20 kadar atlı tümenle Japon Denizi’nden Karadeniz’e, Sibirya buzullarından Hindistan’a uzanıyor. Oğuz Han adıyla tebcîl ediliyor (ululanıyor). Ölümü Mîlâd’dan önce 174 yılıdır. Devlet merkezi bugünkü Moğolistan’ın orta-kuzey topraklarındadır.

EN ÖNEMLİ TÜRK KAVMİ
Mete, Oğuz denen en önemli Türk kavminin ve Osmanoğulları dahil bütün belli başlı Türk hanedanlarının atasıdır. Onun neslinden olan Göktürk hâkanlarından Bilge Kağan, Orhun Yazıtları denen Türk dilinin ölümsüz şâheserini taşlara kazdırıyor. 734 yılında ölüyor. Başkenti Ötüken, orta-kuzey Moğolistan’da, Sibirya ormanlarının eteğindedir. 3 adet olan Göktürk âbidelerinin ikisi buradadır. Burası Uzak Doğu, Çin kuzeyi, Sibirya güneyi, soğuk iklim ülkesidir.
840 yılında Türk hâkanları, Ötüken’den çıkarılıyor. Kuş uçuşu 2000 kilometre güneybatıya, bugün Çin’e ait Doğu Türkistan’a inip burada yurt tutuyorlar. Burası, yeryüzünün en kapalı, açık denizlerden en uzak bölgesidir, Orta Asya’nın göbeğidir. Sonra kuş uçuşu 2000 kilometre daha batıya gidiyorlar. 921 yılında Hanefi-Mâtürîdî mezhebinden İslam‘ı devletlerinin tek resmî dini ilan edip Gök Tanrı dinini bırakıyorlar. 1000 yılı civarında Batı Türkistan’a hakim olup İran’ın başladığı Horasan’a, Hazar Denizi’ne erişiyorlar.

TÜRKİYE SULTANLIĞI
Ve Türkistan’dan sonra Türkiye... 1040 yılında büyük-hâkanlık tahtına oturan Oğuzlar’ın Selçuklu hanedanı, 1074 yılında başkenti İznik (sonra Konya) olmak üzere Türkiye Sultanlığı’nı kurar. Selçuklular, bir kuşaklık müddet içinde, Horasan’dan Marmara’ya gelmişlerdir: Türkiye devletinin kurucusu Anadolu Fâtihi Birinci Sultan Süleyman Şah, Üsküdar’dan karşı yakadaki Ayasofya kubbesini seyreder. Kuzeni büyük-hâkan Sultan Melik-Şah (ki Malazgirt galibi Alp Arslan’ın oğludur), Karadeniz’e erişir. Kılıcını Karadeniz suyuna batırıp çıkarır, Cenâb-ı Hakk’a şükreder, birkaç yıl sonra Akdeniz’e erişir, aynı şeyi yapar. Türk, açık denizlere çıkmıştır. Ötüken’den İznik’e yürümüştür. 234 yıllık bir yürüyüştür bu... Aslında bin yıllık Batı’ya doğru Türk cihanşümul stratejisidir. Durmuş, bazan tökezlemiş, hedefini asla şaşmamıştır. Hedef sürekli Batıya doğrudur.

1453’TE İSTANBUL BİZİM
1231 yılında Ahlat’tan kalkıp Sakarya boyuna yerleşen Osmanoğulları, 1354’te Boğazı atlayıp Gelibolu yarımadasına ayak basarlar. 1453’te İstanbul bizimdir. Yeryüzünün iki kıt’a üzerinde kurulmuş tek beldesinde, 2.700 yıllık Türk medeniyetinin en büyük, en azametli kültür ve san’at şehrini inşa ederler. Türkçe’nin bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda konuşulmuş en güzel ve âhenkli şivesini oluştururlar. Türk’ün estetik dehâ çizgisini yakalarlar.
Ve 1529’da Viyana’dayız. 1683’te batıya doğru hamlemiz kırılır. Şaşırmışızdır, üzülmüşüzdür. 1718’de Nevşehir’den gelip iktidara geçen Dâmâd İbrahim Paşa, Batı’yı içinden anlama dönemimizi başlatır. Uzun, meşakkatli bir dönemdir bu... 1829’da Avrupa’dan dönen mareşal Dâmâd Halil Rif’at Paşa, kayınpederi Sultan Mahmud’a şu net cümleyi söyler: “Avrupa’ya benzemezsek, Asya’ya çekilmeye mecburuz...” Bu cümlenin söylendiği zaman sınırımız hâlâ Orta Avrupa’dadır, Romanya ve Hırvatistan’ın bir kısmı bizdedir.
Avrupa’da kalmak azmimize ufak tefek reformların yetmediğini gören genç Sultan Selim 1793 Şubatında Nizâm’ı Cedîd’i devletin resmî rejimi ilan eder. Yeni Çağ’ı geride bırakıp Yakın Çağ’a ayak basmışızdır. Nizâm-ı Cedîd’in bugünkü Türkçesi yeni düzen’dir. Ve tabiatiyle o kadar asırlık nizâm-ı âlem (pax Ottomana) rejimimizin sona erdiğini kabûlümüz anlamındadır.

ÇAĞI YAKALAMAK
Bütün İslâm ve Türk âleminin sembolü, ümidi Türkiye’nin yenileşmesi, çağdaşlaşması (Osmanlı terminolojisinde: teceddüd) uğruna kelle veren hâkanlarımız, vezirlerimiz... Zor bir iştir bu. Ama imkânsız değildir. Müslüman ve Türk bir Avrupa devleti kalmak, çağı yakalamak ve doğumuzda kalan, bir zamanlar terk ettiğimiz ülkelerle de bağlantımızı korumak... Misyon budur.
Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün dış politikada çizdiği çizgiler ana hatlarıyla hâlâ geçerlidir. Balkan Paktı ile Balkanlar’ı bir arada tutmak, Sâdâbâd Paktı ile Arap ve İran dünyasına uzanmak, İngiltere ve Fransa ile ittifak arayarak demokrasiye ulaşmak ve totaliter rejimlere sırt çevirmek, Birleşik Amerika ile mümkün olabilen dostluğu sağlayarak geleceğe bakmak... Rusya ile hırlaşmamak, menfaat birliğine girmek, fakat Türk ülkelerinin Türk’lüğünü bir kültür politikası olarak sürekli vurgulamak...
Gerçi Atatürk, İslâm dünyasına sırt çevirmekle itham edilir. Bütün o nesil, 1918 sonunda Arap ülkelerini bırakırken başımıza gelenlerin etkisindedir. Şunu hatırlamak gerekir: 1938’de yeryüzünde bağımsız Müslüman devletlerin sayısı 8’den ibarettir. Türkiye, İran, Afganistan, Arnavutluk, S. Arabistan, Yemen, Mısır, Irak... Ve son ikisi henüz İngiltere sultası altındadır.
Çağdaşlaşmanın neresindeyiz? Şüphesiz bu soru, çoktan Türk fikir hayatının temelini oluşturuyor. Cevap şudur: Çağdaşlaşmanın bir yerindeyiz. Bata çıka, düşe kalka bir çizgiye eriştik. Hiçbir Türk’ün bu çizgiye razı olmadığı gerçektir. Bu çizgi, bizim için yeterli değildir. Bize yetmemektedir. Daha az hata yapıp daha fazla doğruları bulmak mecburiyetindeyiz. Yunanistan’la birlikte Avrupa Topluluğu’na tam üye olmayı beceremeyiş, 5 yıl erteleme isteyiş, çekingenlik, miskinlik, yavaşlık, kör ve çıkmaz ideolojiler, bizi sadece Gümrük Birliği için bile lobilere muhtaç kıldı.
Bin yıllık koşudur bu... Bilenler bilmeyenlere anlatsın. Batı’ya doğru bir koşu... Yön hiç değişmemiştir. Asya’da kalmak için, Avrupa’nın içinde bulunmaktan başka çare yoktur. Ötüken’den Viyana’ya gelebilmiş, İstanbul’dan iki kıt’aya bakan bir millet için olmayacak iş midir bu?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yılmaz Öztuna Arşivi