Yalnızca askerî güce güvenenler bocalayan Bush'tan ders almalı
Amerikan Başkanı Bush, dün, ‘Afganistan’da durumun (kendi durumlarının) iyi olmadığını ve müttefiklerinin kendilerini yalnız bırakabileceği’ endişesini dile getirdi..
Bu sözler, Bush’un hoşuna gitmediği derecede, güzel bir gelişmeyi yansıtıyor aslında..
Afganistan’daki direnişçilerin, gerek kukla H. Karzaî Hükûmeti ve gerekse NATO güçlerine, her geçen gün artan bir şekilde ağır darbeler indirdikleri haberlerden anlaşılıyordu da, Bush’u bu kadar ümidsiz hale getirecek derecede bir durum doğrusu tahmin edilemiyordu. Bush, Irak’da da işlerin beklenen seviyeye gelmediğinden ve ayrıca, Lübnan’da, ‘Hizbullah’ı destekleyen Suriye yüzünden bir türlü istedikleri düzeni kuramadıkları’ndan da yakınıyordu..
Halbuki, 6 yıl öncelerde, aynı Bush, 11 Eylûl Saldırıları’nı Afganistan gibi dünyanın en fakir ülkelerinden birinin üzerine atıp, komünist Sovyet Rusya eliyle baştan başa zâten virâneye çevrilmiş olan bir Afganistan’ı ağır bombardımanlarla daha bir virâneye çevirip, ‘onları inlerinden çıkaracak ve yok edeceğiz..’ derken, ne kadar da mağrurdu.. Ve Amerikan halkı o zaman, Bush’a yüzde 85 destek verirken, bugün, bu destek yüzde 35’lere kadar düşmüş.. Ve başlangıçta Bush’la birlikte hareket etmekten menfaat uman devletler, şimdi Bush döneminin bitmesine 10 ay gibi kısa bir zaman kalırken, kendilerini kenara çekmenin telaşındalar.. ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’ üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen, Usâme bin Laden’in de, hâlâ yakalanamaması, ilginç.. Usâme’nin Afganistan’da, komünist işgale karşı savaşta, 20 yıl öncelerde yer aldığı bilinmese, ‘Böyle birisi var mı?’ sorusu bile ciddîye alınacak, neredeyse..
Kaldı ki, o saldırıları Usâme mi yaptırdı, sahiden; o da hâlâ mechûl.. Ki, biz bu sütunda bunları işin taa başından beri hep şübheyle karşılamışızdır, hatırlanacağı üzere..
O saldırıların Müslümanlarca yapıldığının tek delili ise, o gün kulelere çarpan ve düşürülen uçaklardaki 600 kadar yolcunun içinden 20 kadarının Müslüman ismi taşıması!!
Bunlar bize, uluslararası entrikaların neler olabileceğinin daha bir düşündürtmeli..
İtalya’nın 1985-92 arası C.Başkanı olan Francesco Cossiga’nın, geçen hafta, İtalyan Corriera della Sera’ gazetesindeki mülâkatta, “11 Eylûl 2001 saldırılarını ‘CIA ve Mossad’ın, Arab (İslâm) dünyasını suçlamak ve Batılı güçleri Irak ve Afganistan’a müdahaleye tahrik için gerçekleştirdiği ve bunu bütün küresel istihbarat örgütlerinin de bildiğini” söylemesi yeterli sayılabilir.. Cossiga, 11 Eylûl’le ilgili şübhelerini daha önce de, ‘Saldırıların arkasındaki akıl son derece sofistike olmalı. Sadece fanatik kamikazeler değil, aynı zamanda yüksek uzmanlık isteyen personel de gerekir.. Bu saldırılar radar sistemine ve uçuş güvenlik elemanları arasına sızılmadan gerçekleştirilemez’ şeklinde dile getiriyor ve o saldırıları Usâme bin Laden’in yaptırdığına dair ‘video itiraf’ını da şüpheyle karşılıyordu. (Cossiga, 70 ve 80’lerde, Avrupa’daki bombalamaların NATO himayesindeki Gladio örgütünce gerçekleştirildiğini ve bunların içinde bizzat yer aldığını itiraf etmesiyle de maruftur..)
Yani, komünizm bertaraf edildikten sonra, yeni bir ‘Soğuk Savaş’ ihtiyacı ortaya çıkarmaya mecbur olan, aksi halde, Amerikan iç dengesinin bozulacağından ve sahib olduğu yüksek enerjiyi iç sürtüşmelerde tüketmek durumunda kalacağından korkan emperyalist entrika merkezleri, İslâm’ı ve Müslümanları düşman göstermek istedi, bir şeytanî planlamayla..
Bu gelişmeler içinde, Türkiye kamuoyu ise, konuya sadece Türkiye’nin menfaatleri ve 100 yıldır dahil olduğu Batı Kulübü’nün penceresinden bakmaktan kurtulamıyor, bir türlü..
Halbuki, Türkiye’nin kendi mes’elelerini, Müslüman coğrafya ve halkların kaderinden ayrı olarak ele alması, onu kendi kalesine gol atan durumuna düşürmektedir..
Bu arada, Amerika’nın onca büyük askerî gücüne rağmen, Afganistan ve Irak’da başarısız olduğunu itiraf etmesi Türkiye açısından da üzerinde ibretle düşünülmeyi gerektirir.. Nitekim, günlerdir, askerî güç gösterisine dönüştürülen son operasyonlarda da, Kandil’deki birtakım kamp binalarının yerle bir edildiği anlaşılıyor, ama, ‘düşman’ unsurlara verdirilen can kaybı sözkonusu olunca, rakam, sadece ‘on’larla ifade edilebiliyor.. Yani, yüzlerce bombardıman uçağı ve o kadar büyük operasyonların sonucu maddî açıdan komik ve belki sadece ‘psikolojik açıdan biraz etkili bir manzara’ çıkarabiliyor ortaya..
O halde, asıl kazanılması gereken, bir halkın gönlünün kazanılmasıdır.. Ayrıca bu gibi operasyonlarda, her bir gücün, uzuuun vâdeli bir satranç oyununun 5-10 hamle sonrasındaki muhtemel hedeflerini hesablayarak hareket ettikleri de gözden ırak tutulmamalıdır..
Bu arada, etkili ing. dergilerinden ‘The Economist’in dünkü sayısında, ‘Türkiye’nin Kuzey Irak’ta son yılların en büyük sınır ötesi harekâtını gerçekleştirdiği’ni; bunun, Amerikan onay ve istihbaratı sâyesinde olduğunu da yazıyordu. Bunun ‘hassas bir balans ayarı’ sonucu olduğunu hatırlatan sözkonusu dergi, Amerikalıların, ‘hayatî bir NATO müttefiki olan Türkiye ile ilişkileri kurtarmak için’ bu işbirliğini yaptığını da yazıyordu..
The Economist, ‘Belki Amerika ve Türkiye bir anlaşma yaptı.(…) Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Bush’a bazı sözler verdiğine inanılıyor’ iddiasını da yazıyordu..
Bu ihtimal reddedilemez herhalde.. çünkü, Türkiye diplomasisinde artık, sadece tek tarafın kazançlı çıkmasının hesab edildiği siyasetlerin terk edilmişe benzediğini; bunun yerine, iki tarafın da kazancının gündeme getirilmesini baştan kabulleniyor..
Nitekim, geçen hafta, Meclis’te Sav. Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Bakan Vecdî Gönül, ‘Irak’ın işgali öncesindeki görüşmelerde, Türkiye’nin güçlerini Kuzey Irak’a yerleştirmek istediğini, ancak Amerika’nın bunu kabul etmemesi üzerine, ‘1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis’te kabul edilmediğini’, söylenebilecek kadarıyla ifade edebilmiştir..
Ayrıca, 2002 Kasım- Aralık aylarında, AK Parti’nin Abdullah Gül Başbakanlığı’nda, Hükûmet’e yerleşmeye çalıştığı sırada, zamanın Gen. Kur. Başkanı Hilmi özkök’ün de, gittiği Amerika’da, Irak’ın işgalinde işbirliği için 100 sahifelik bir planı parafe ettiği ve o sözlere rağmen, ‘tezkere’nin Meclis’te reddinin bir ince hesaba dayalı olduğu hep düşünülmüştür..
Hatırlıyalım, USA çevrelerinin o zamandan beri, Erdoğan’a güven duymadıkları ve hattâ onun bir ‘İslâmo-faşist’ olduğu bile Bush’a yakın çevrelerce sık sık dile getirilmektedir..
Kaldı ki, Ecevit, ‘11 Eylûl 2001’ sonrası günlerde, ‘Amerika bizim müttefikimizdir ve görüşü bizim için yeterli delildir..’ diye, Irak’ın işgaline ‘yeşil ışık’ yakıyordu.. Ki, Irak’ın işgali için, Ecevit’in Amerika’ya ‘işbirliği sözü’ verdiğini o günlerdeki hassas görüşmeleri yürüten diplomatlardan (şimdi MHP m. vekili) Deniz Bölükbaşı, 22 Temmuz 07 seçimleri öncesinde ifşa edivermişti..
Mes’ele sadece ‘Türkiye ve Irak’ diye ele alınırsa, uluslararası büyük oyun görülemeyebilir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.