Hep siz konuştunuz Sayın DOĞAN
Kulaklarımda hep Ergenekon sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın eşinin gümrah sesi yankılanır. Paşa’nın eşi de paşa gibidir:
- Bundan sonra artık biz de konuşacağız.
Oysa hep onlar konuşmuştur. Ben, 27 Mayıs 1960’ta 8 yaşına basarken, bu ordunun Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un yerlerde sürüklenerek zindana atıldığına şahit olmuştum. Zaman içinde de halkın oyları ile iktidara gelen Demokrat Parti’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in Yassıada’da sırtında sigara söndürülerek yapılan işkenceleri dinlemiştim büyüklerimden.
Dinlemesi bile insanın içini acıtıyordu, ya yaşayanlar? Nasıl geçmişti o zulüm günleri? Sanıklar için İmralı’da 80 mezar kazılmış, sonunda 3 idamla ihtilalcilerin azgın ruhları sükun bulabilmişti.
12 Mart 1971’de yeniden kükreyecekler ve yasadışı ihtilal bildirisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde silah zoruyla okutacaklardı. Tam bir korku imparatorluğu kurmuşlardı.
Daha 10 yıl önce yaşadıkları zulmün acısı taze olan Meclis’ten sadece yürekli bir yükselecek ve Hasan Korkmazcan adlı soyadıyla özdeş bir milletvekili “Bu Meclis’te yasadışı bildiri okuyamazsınız” diyerek feveran edecekti.
Nafile... Eze eze okuttular o bildiriyi ve hükümeti devirerek bir ara rejim başlattılar. Daha doğrusu kara rejim! 27 Mayıs da Amerikancı bir darbe idi, 12 Mart 1971’de 27 Mayısçıları ilk ABD tanımış ve en büyük para yardımını da onlar yapmıştı.
12 Martçıların getirdiği başbakan olacağını ilk olarak ABD elçiliğinde öğrenen Nihat Erim de kendi ülkesinde haşhaş ekimini yasaklayacak ve sahibine sadakatini ispatlayacaktı.
Sonunda 12 Eylül 1980 geldi çattı. O zaman da ABD’den sevinç nidaları yükseldi. Bizim çocuklar darbe yapmışlardı! Kenan Evren ve saz arkadaşları 600.000 kişiyi tutuklayacak, binlerce gencimiz işkence tezgâhlarından geçirilerek sakat kalacak veya asılacaktı. Türkiye’yi 21. yüzyıla taşıyacak genç beyinler böylece heder olup gidiyordu.
ABD bayram ediyordu adeta. Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı idi ve petrol yatağı olan Ortadoğu’ya kan bağı ile, din bağı ile bağlıydı. Rahat olmasın ki bu bölgelere el uzatamasın. Ardından 28 Şubat geldi.
Türkiye ne zaman kendini toparlamaya başlasa bir irtica yaygarası ve darbe artık klasik bir ABD oyunu olmuştu. Çevik Bir adında bir paşa ABD’ye gidecek, sadakatini bildirecek ve orada güven tazeledikten sonra amirlerinin yanında bombayı patlatacaktı:
- Türkiye’de demokrasiye balans ayarı yaptık.
ABD’nin iyi bir balans ustası olduğunu bilmeyen yoktu zaten. İhtiyacı olan her yere demokrasi ihraç ederdi. Irak’a, Afganistan’a, Türkiye’ye... Nedense de demokrasi ihraç edeceği ülkelerin ya zengin maden yatakları, ya da stratejik önemi olmasına dikkat edilirdi.
Neredeeen nereye... Sayın Nilgün Doğan, ezcümle bugüne kadar hep siz konuştunuz aslında, belki farkında değilsiniz diye küçük bir hatırlatma yapmak istedim. Ne olur, bırakın birazcık da biz konuşalım. Fazla bir şey mi istiyoruz yani...
Men dakka duka
27 Mayıs 1960. İhtilalciler Demokrat Parti mensuplarının üzerine çekirge sürüleri gibi saldırıyor. Bir yandan ihtilalin radyolardan ilk bildirisini okuyan gür sesli albayı Alparslan Türkeş, bu hareketin DP’ye karşı yapılmadığını söyleyen basın toplantısı yapıyor, öte yandan da Demokratlar kümesten tavuk toplanır gibi toplanıyor. Ankara’da Harbiye nezarethanesi tıkış-tıkış milletvekili ve DP yöneticileri ile dolmuş.
CHP’li Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leman Karaosmanoğlu da radyodan adları yayınlanan DP’liler için “Oh olsun, iyi oldu” mealinde alkış tutmakta. Bir anda radyodan okunan yeni bir isim, odaya bomba gibi düşüyor. Zira bu defa da adı okunan şahıs, DP milletvekili Burhan Toprak’tır ve kendileri deminden beri DP’lilere oh çeken Leman Karaosmanoğlu’nun kardeşidir. Leman Hanım birden patlar:
- Bu darbeciler de iyice tadını kaçırdılar canım, sorgusuz, sualsiz adam tutukluyorlar.
Eee... Men dakka duka...