Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Kemalist saltanat’ diz çöktürmeye çalışırken..

‘Kemalist saltanat’ diz çöktürmeye çalışırken..

Dün (Salı), siyasî parti liderlerinin kendi Meclis Grupları’ndaki haftalık konuşma günüydü...
Bu vesileyle, her birisi, topluma vermek istedikleri mesajları daha bir ağırlıkla verdiler.. Bu konuşmalar V. Savaş’ın ‘Türkiye Cumhuriyeti çökerken..’ isimli kitabını hatırlatıyordu.
*En küçük grup olan DTP’den başlamak gerekirse.. Ahmet Türk’ün DTP Grup Başk. Vekilliği’nden ayrılmasından sonra, ortada birtakım sıkıntıların olduğu su yüzüne vurmuştu. Nitekim, dün de Ahmet Türk’ün eleştirilere mâruz kaldığı anlaşılıyor.. Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Sırrı Sakık ve Akın Birdal’ın ‘yemeğe gidiyoruz’ diye toplantıyı terketmeleri ciddî bir çatlağın bir yeni işareti.. Daha önce de, Birdal sessiz kalsa da, öteki isimlerin PKK’nın silahlı mücadelesinin kürd halkına da zarar verdiği ve gerekirse, PKK’ya da karşı çıkılabileceğine dair mesajlar vermelerinin meydana getirdiği rahatsızlık biliniyordu..
Dünkü konuşmasında, DTP Gen. Başk. Vekili Emine Ayna’nın, TRT’den bir kanalın da kürdce tv. yayınına tahsis edilmesine dair kanunun ‘yasadışı olduğu’na dair sözleri ilginçti.. Ama, Ayna’nın, M. Kemal’in 1921’lerdeki bazı sözlerinin esas alınmasını istemesi, ‘kemalist geleneğe uygun hareket etmesi’ ve öteki bütün partilerin bindiği teslimiyet katarına binmek zarûretini kabullenmeleri açısından ilginçti ve bir bakıma, ‘söz ve tavırlarıyla DTP’de Şahinler-Güvercinler ikiliği olduğu görüntüsü verdiği’ gerekçesiyle eleştirilen A. Türk’ün, ‘Şahin olup tüyleri dökülen kuşları çok gördük..’ şeklindeki sözüne de uygundu..
*MHP lideri Bahçeli’nin konuşması ise, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aşarak verdiği kararının ortaya çıkardığı buhranda, ortada bir itidal unsuru ve çareler arayan bir lider görünümü vermenin kendilerine avantajlar kazandıracağı kanaatine uygun idi. Ancak, o da, ‘cumhûriyet’in temel değerleri’ne sık sık vurgu yapıyordu.. Ayrıca, Bahçeli’nin, ‘AK Parti kapanmadan klonlama yoluyla yeni bir parti kurması’nı teşvik etmesi ise, politik olmayan, yığınla hukukî ve psikolojik tuzakları içermesi açısından pratik gözükmüyordu..
*Erdoğan ise, Yargı’yı, Anayasa Mahkemesi’ni suçlarken haklı idi, ama, bu tepkisi de sınırlı idi ve daha çok, yargıyı CHP’nin tahrik edip, korkutarak etkisi altına almaya çalışmasının ortaya çıkardığı sıkıntılardan sözediyordu.. Ancak, ne yapacağına dair açık bir ipucu vermekten de kaçınıyordu.. çünkü, rejimin, yönetim mekanizmasının temel üç kurumu arasındaki bir uyumsuzluğun ortaya çıkaracağı buhranların derinliğini ve mevcud anayasaya göre oldukça sıkışık bir durumun olduğunu görüyor ve bunun için, mes’eleyi sadece CHP’nin üzerine yıkmaya, siyasî zemine çekmeye çalışıyordu.. Bu arada, Erdoğan, ‘Meclis’in üzerinde hiçbir gücün vesayet kuramayacağı’na değinirken, bunun geçmişte de olmadığını söylüyordu ki, bu hiç de gerçekçi değildi.. çünkü, o Meclis neler-nelere eğildi, bugüne kadar..
*Baykal’ın konuşmasına gelince.. Onu anlatmaya ise, gerek yok.. çünkü, kırık plak gibi.. Aynı katı laik/kemalist /jakoben tavır ve sözler.. Aynı tehdidler.. ‘Sakın, Anayasa’ya dokunma, altında kalırsın..’ diye, Tayyîb Erdoğan’a gözdağı vermeye kalkışmalar.. ‘İslâm’ın en iyi Türkiye’de yaşandığı, herhangi bir baskı’nın olmadığına dair eski yâveler.. Avrupa Parlamentosu’nda, ‘Türkiye’de gayrimuslimlere baskı yapıldığı’ şikâyetleri üzerine, Babacan’ın, ‘Türkiye’de sadece gayrimuslimlerin değil, büyük müslüman çoğunluğun da temel hak ve özgürlükler konusunda problemlerinin olduğunu’ söylemesine salvolar..
Sanki Babacan, yalan söylüyormuş gibi.. Baykal, ‘Müslümanlara baskı varsa, 6 yıldır iktidardasın, o baskıyı niye kaldırmadın?’ derken, müslüman halkımıza nanik yapan tam bir ‘demagog’ profili çiziyordu, bir kez daha.. Silah zoruyla kabul ettirilmiş olan bir anayasanın kurumlarındaki; kendi kadrolarıyla engellediğini de itiraf edecek değil ya.. Baykal, laikliği de ‘siyasî kutsal’ ilan ediyor ve anayasa önünde dizçökmeye çağırıyordu, herkesi..
Kısaca dünkü Meclis Grupları konuşmalarından sadre şifa bir şey çıkmadı, havanda su döğüldü.. Bu durumdan, ‘ülkeyi bir kez daha kurtarmak’ isteyen, ‘Aman, iyi saatte olsunlar.’ denilen ifrit taifesinin pusuda bekleşirken daha bir memnun oldukları söylenebilir.
*‘M. G.’ DE, ‘İNANç öZGüRLüĞüNE BASKI YOK!’ DERSE..
Dışişl. Bak. Ali Babacan’ın, AP Dışişleri Komisyonu’nda dile getirilen görüşlere karşılık verirken, ‘sadece gayrimuslimlerin değil, büyük çoğunluğu teşkil eden müslüman çoğunluğun da temel hak ve özgürlükler konusunda problemleri vardır..’ sözü tartışılırken ve Babacan Türkiye’ye döndüğünde sözlerine ‘yaşadıklarımızı görmezlikten mi geleceğiz?’ diye sahib çıkıp, Başbakan Erdoğan da, ‘Babacan yanlış bir söz söylememiştir..’ derken..
Millî Gazete'de 3 ve 5 Haz. günleri kaleme aldığı iki yazıda, ‘Türkiye’nin İslâm dünyası içerisinde dinî hayatın en düzeyli yaşanabildiği ülkelerden biri olduğuna şüphe yoktur. (…) önce bir bakanın ülkesini dışarıya şikâyet etmesi çok yanlış. Bu şikâyetin konusu tamamen insafsızca.. çünkü Türkiye İslâm dünyası içerisinde dini özgürlüklerin en iyi yaşandığı ülkelerden birisi değil listenin başında yer alanı.. İslâm araştırmaları konusunda İslâm dünyasının liderlerinden birisi. (…) Babacan Türkiye’nin dini özgürlükler konusunda ne derece rahat bir ülke olduğunu bilmiyor olamaz. (…) Babacan, kafasında ne var ise bunu kamuoyuna açıklamak zorundadır.’ diye yazabilen bir kimsenin ‘ironik’ takıldığı bile düşünülebilirdi.. Ancak, bu satırları yazan kişinin, 27 Nisan e-muhtırasını kaleme alanlardan birisi olarak gösterildiği ve birtakım askerî okullarda ders verdiği açıklanan H. ünal isimli bir doç. olması, o ‘ironi’ ihtimalini kesinlikle bertaraf ediyordu.. O, tam bir Baykal mantığıyla konuşuyordu.. Şaşırtıcı olan, Millî Gazete’nin bu yazıları yayınlayabilmesi!
*KENDİNİZE YAKIŞTIRDINIZ MI, ŞEVKET AĞABEY?
Ya, Şevket (Kazan) ağabeyimizin Barem isimli bir dergiye verdiği bildirilen ve 09 Haziran günlü medyada yer alan sözlerine ne demeli?
ülkenin bugün içinde bulunduğu durumda, bir insaflı müslümanın, Tayyib Erdoğan’a başka eleştiriler yöneltse bile, eski husûmetlerle, adetâ seviç duyarcasına, ‘Eden bulur. Bunlar ettiler, böldüler, bölünecekler..’ demesi, ‘Gülcüler-Tayyibçiler diye bir ikiliğin ortaya çıkacağı’ kehanetinde bulunması ne kadar sağlıklı ve mâkul bir tavırdır? Şevket ağabey, bu sözleri kendisine yakıştırıyorsa, mes’ele yok, ama ben kendisine yakıştıramadım..
Şevket Bey daha iyi bilir ki, Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra, 110 kadar milletvekili, iki ana gruba ayrıldılar.. Burada, siyaset yapma uslûbu açısından ciddî bir farklılığın varlığı esasen öteden beri biliniyordu.. Ama, yine de ayrılmıyorlardı, kimse bir bölen olmamak için.. FP kapatılınca ise, önce AK Parti kuruldu. Ona katılmayanlar da Saadet’i kurdular.. Herkes kendi uslûbuna yakın olanı seçti.. Böyle değil de, birbirlerinin yüzlerine gülüp, arkadan kuyu mu kazsınlardı? üstelik, o ayrışma, yaklaşık yarı yarıya gerçekleşmişti.. Böyleyken, bir yarı yüzde 2’lerde kalırken, diğer yarı yüzde 35 ve sonra da yüzde 47’lere nasıl ulaştı? Bunun da sorgulanması gerekirken, bu gibi husûmet-âmiz sözler.. Şevket ağabeye yakışmıyor..
Böylesine basit siyaset taktiklerinden meded umarak bir yere varılamayacağı nasıl anlaşılmaz?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi