İslâmî hareketler antiemperyalist kalabilecek mi?
Avrupa Birliğinin dağılma sürecine girdiği, ABD ekonomisinin gücünü kaybettiği, ama buna mukâbil Batının 19. yüzyılda Uzak Asyanın hasta adamı sıfatı yapıştırdığı Çinin yükselişe geçtiği, yine 19. yüzyılda Asyanın hasta adamı teşhisinı koyduğu Osmanlının bâkiyesi Türkiyenin bölgesel ve küresel düzlemde etkinliğini artırdığı, Osmanlı coğrafyasında Arap Baharının dengeleri altüst ettiği bir dönemden geçiyoruz. Paradoksal olarak fırsatları da bağrında taşıyan kaotik bir dönem bu.
Arap Baharının kısa dönem kazanımı olarak birkaç ülkede yapılan özgür seçimlerde Fasda Islah ve Tecdid Cematinin öncülüğünde kurulmuş Adalet ve Kalkınma Partisinin, Tunusta Nahdanın, Mısırda İhvanın kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi ile Selefi çizgideki Nur Partisinin zaferi; Batıyı da dünya Müslümanlarını da şu soruyla karşı karşıya bırakmıştır:
Batının sömürdüğu bu coğrafyada bu durum devam edecek mi? İktidar yolu açılan antiemperyalist karakterli İslâmî yönelişli partiler, küresel sistemle uzlaşacak mı?
Batı, İslâmî hareketlerin antiemperyalist tabiatlı olduğunu çok iyi biliyor. Suudi Arabistan gibi ülkelerin bütün İslâmcı söylemlerine rağmen Batıyla iş tutması kimilerinin iddia ettiği gibi İslâmî yönelişli hareketlerin antiemperyalist karakterine gölge düşürmez. Bu devletin tarih sahnesine çıkış sürecindeki ilişkileri ortadayken, antiemperyalist olması zaten beklenemez.
Modern dönem İslâmî hareketleri ortaya çıkaran temel saikin Batının işgaline uğrayan Müslüman coğrafyayı savunmak, yitirilen ihtişamlı günlerin ruhuna dönmek ve yeni dönemde tekrar özne olabilmek arzusu olduğunu bilirsek antiemperyalist ruhun da bir varlık nedeni olduğunu anlarız.
Batı bu nedenden dolayı içine girdiği krizler döneminde iktidara doğru yürüyen antiemperyalist karakterli İslâmî partilerle nasıl bir ilişkiye gireceğinin yolunu bulabilmiş değil. Birini bu coğrafyada vareden sebep diğerinin zevâli anlamına geliyor çünkü.
Kısa dönemde Türkiye tecrübesini kerhen bir model olarak sunsa da uzak dönemde bu modelin de kontrol edilemeyebileceğinden ürkmektedir. Zira kendine güveni gelen halkın ve onların temsilcilerinin bir aşamadan sonra tarihsel misyona uygun tam bağımsız hareket etme ihtimali vardır.
Diğer taraftan İslâmî yönelişli partiler de reel politika ile idealler arasında sıkışmış bulunmaktadır. Her ne kadar Batı büyük kriz yaşasa da hâlâ dünyada olduğu gibi bölgede de çok etkilidir. Krizden kurtulmak için kanlı ayaklanmaların yaşandığı bu bölgeye çeşitli bahanelerle yeni askerî güçler sokabilir. Bunların yerel aparatlarının da ordu, bürokrasi ve medyada etkin olduğu düşünülürse ideallerle reel politik arasında yol bulmanın kolay olmadığı görülecektir.
İktidara gelen İslâmî yönelişli partiler bu zeminde antiemperyalist karakterini koruyabilecek kararlılığı ve aleyhine oynanan oyunları açığa çıkaracak manevraları sergileme tarihî sorumluluğunu taşımaktadır. Gereksiz riskler almadan kazanımları pekiştirmek ve ideallerle vakayı örtüştürmeyi bilmek hikmetin gereğidir.
Küresel sistemle diyalog istedikleri ortada. Ama bunu bu sisteme endekslenmeden yapabilmek önemli. Bağımsız karakterini mutlaka korumak zorunda. Batının bütün küreye dayattığı âdil olmayan sisteme muhâlif söylemlerini hayata geçirebilecek ince siyaset üretebilmek bir varlık nedenidir.
Bunu başarabilmek için öncelikle iç diyaloğa önem vermeli, Şiî-Sünni çatışmalarına geçit vermemelidir. Müslümanların müşterek siyasi ve iktisadi çıkarlarını dar cemaat maslahatlarının önüne geçirmeli, farklı cemaat ve yapıların kolektif gücünü aynı hedefe kanalize edebilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.