Ermeni meselesi ve Genelkurmay’ın teftişi
Ermeni soykırımını inkar edenlere para ve hapis cezası verilmesini öngören kanun teklifi Fransa senatosunda oylanırken tüm Türkiye olaya kilitlenmiş, adeta nefesler tutulmuş bir halde sonuç bekleniyor. Televizyonların Paris’teki muhabirleri bu oylamayı yerinde izliyor. Kurtuluş Savaşı sırasında bizimle 600 yıl birlikte yaşayan adaletle kucakladığımız ve “Tebaa-yı Sadıka” dediğimiz Ermeni vatandaşlarımızın bir kısmını silahlandırıp “Hasta Adam”ın bir an önce ipini çekmek isteyen “Düvel-i muazzama” mensubu Fransa, bugün yine pusuda.
AB’nin kapısında yıllardır bekletilen Türkiye’ye karşı yine siyasi bir hamle iştiyakı ile demokrasi adına sahip oldukları tüm değerleri inkar ederek, “O gün öyle, bugün böyle” tutarsızlığı ile akıllarınca bizi köşeye sıkıştırıyor. Fransa’nın da yaptığının bindiği dalı kesmek olduğunu söyleyip, işe kendi tarafımızdan bakalım. Acaba bizler nerede yanlış yaptık? Ülkemizin yetiştirdiği ünlü tarihçilerden İlber Ortaylı, bizim yanlışlarımızı sayarken ilk sıraya tarih öğretim metodumuzu koyuyor ve Ermenice bilen yeterli elemanlar yetiştirmememizin ilk eksiklik olduğunu vurguluyor.
Yanılmıyorsam Galatasaray Lisesi’nde vaktiyle böyle bir kurs için gerekli çalışma yapılmış ve izin alınamamış. Sayın Ortaylı, tarihe bakışımızdaki körsekliğin altını çiziyor ısrarla. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan da aynı ısrarla bu işin parlamentolarda değil, tarihçiler arasında halledilebileceğini söylüyor. Peki, siz yeterli dil bilen elemanı yetiştirmezseniz sahaya nasıl çıkacaksınız?
Efendim, şimdi dönüyoruz 12 Eylül’den sonraki ANAP dönemine Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP iktidara eze eze gelmiş, ama hâlâ Kenan Evren ve saz arkadaşlarının gölgesi hükümetin üzerinde. İşte o günlerde İstanbul Valiliği arkasındaki binalarda çalışan Başbakanlık Arşivi mensupları büyük bir sürprizle karşılaşır. Osmanlı Arşivlerinin başına emekli Korgeneral Bahattin Alpkan dipçik zoru ile gelir. Arşiv adeta bir kışlaya döner. Memurlar gece gruplar halinde nöbet tutmakta ve sabahleyin günün ilk ışıkları ile birlikte Bab-ı Ali’den içeriye giren Paşaya tekmil verilmektedir.
- Dört müdür, dört müdür muavini, 350 memur, 40 hizmetli görüşünüze hazırdır komutanım. Vukuat yoktur, asayiş berkemaldir!
Şaka yaptığımı zannediyorsunuz değil mi? İnanın ayniyle vaki. Bizzat yaşayan arkadaşlarımızdan naklen anlatıyorum. Ahmet Eskinus... aynı Paşa’nın bir başka hünerini nakleder. Bir gün bütün elemanları bir salona toplar ve konuşmaya başlar:
- Sizler benim evlatlarımsınız. Bakın ay sonunda maaşlarınızı ben veriyorum. Kadim dostum Eskinus yılların eskitemediği bir adamdır ve Paşa’ya gönlünden geçen cevabı verir:
- Paşam, devletin bize gönderdiği maaşı veriyorsunuz, cebinizden değil! Bu para dağıtım işini buraya kimi koysanız yapar!
30 yıldır nasıl çarpık şekilde yaklaştığımızı söylemek için bir örnek daha. Başbakan Turgut Özal’ın sağ kolu Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel, İstanbul’da Sultanahmet’te İl Özel İdaresi için yapılan yeni ve büyükçe bir binayı Başbakanlık Osmanlı Arşivleri İdaresine tahsis eder. Arşivler yeni binasına taşınırken bu işe en çok sevinmesi gereken bir kurumdan Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir albay, Genelkurmay adına teftişe gelir. Hangi hakla demeyin sakın. O zaman askerler “durumdan vazife çıkararak” her işe müdahil olurlardı.
Şekil 27 Nisan’da görüldüğü gibi albay yetkilileri sıraya dizip basar fırçayı:
- Sizin niyetiniz nedir? Arşivler neden böyle bir binaya taşınıyor? Siz Osmanlı İmparatorluğunu mu diriltmek istiyorsunuz.
Yetkililer, omuzlarında adeta bir güvercin var da uçacak gibi dişlerini sıkar ve albayı dinlerler ve niyetlerinin sadece arşivlerin daha iyi koşullarda saklanması olduğunu söyleyip, Genelkurmay’a “Bu kadar korkmayın” türü bir mesaj gönderirler. Arşivlere ilk kucak açan Hasan Celal Güzel’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Bugün İstanbul Kağıthane’de yeni siyasi konseptimize uygun, dev bir “Başbakanlık Osmanlı Arşivleri” binası yapılıyor.
12 Eylül döneminin bir başka özelliği de Ermeni törör örgütü ASALA’nın yurtdışındaki görevli elçilerimize düzenlenen suikastlar zincirinin yaşandığı yıllar olmasıdır. O günler birçok tuhaflıklara gebedir. Bir yandan Başbakanlık Arşivi Genel Müdürü emekli Kongeneral Bahattin Alpkan’ın emir-komutasındaki arşivlerde Genelkurmay adına Kurmay Albay Şinasi Orel, araştırma yapmaktadır. Görevi Ermeni meselesini araştırmaktır. Bir gün Abdülhamid’in Yıldız Sarayı evrakından bir telgraf çıkar.
Ahmet Eskinus belgeyi Orel’e takdim eder. Telgraf 1877 yılı 93 harbine ait bir yazışmayı içermektedir. Telgraf Harbiye Nezareti’nden Şeyhülislama çekilmiştir. Ezcümle şu sorulmaktadır. “Savaş sırasında askerlerimiz ihtilam olmakta ve bu ihtiyaçlarını karşılamak zor olmaktadır. Manevi açıdan neler yapılabilir?” Belgeyi okuyan Kurmay Albay Şinasi Orel, şaşırır ve dönerek, “Ben de başka bir şey zannettim. Ahmak adam ne ile uğraşıyor” deyince Eskinus’un yüzü birden somurtuk bir hal alır. Bunun üzerine Orel sorar:
- Yüzün neden ekşidi acaba?
Ahmet Eskinus cevap verir:
- Albayım, şu anda kemikleri bile çürümüş ve size cevap veremeyecek durumda olan bir meslektaşınıza ahmak dediğiniz için üzüldüm.
Orel, bu cevaba kızar ve:
- Şu anda o da yaşasa bana en çok ahmak sözünü iade ederdi, der.
Ahmet Eskinus’un cevabı ise:
O zaman tamam, olur. Ama bu cevap pahalıya patlar ve arşivde çalışan 60 uzman personel, alakasız bakanlıklara sürgüne gönderilir. Eskinus da Kartal ilçesinde Orman Bakanlığı’nda sürgün olmak şerefi ile ödüllendirilir. Onun sürgün dosyasında Paşa tarafından şu not düşülmüştür: “Vücudundan fayda melhuz değildir!”
Efendim bir diğer ilginç, o kadar da acı olay yine aynı kurumda yaşanmıştır. Kenan Evren ve saz arkadaşları tarafından özel izinle arşivin her yerini didik didik eden ünlü Ermeni dil uzmanı ve entelektüeli Pars Tuğlacı’ya verilmemesi gereken belgeler şaibeli bir şekilde verildiği için Bahattin Alpkan Paşa soruşturma geçirir ve görevden alınır. Ve Pars Tuğlacı’ya dörtlü çete tarafından verilen özel izin iptal edilir.
İlber Ortaylı Hocamızın altını çizdiği Ermeni meselesi için altyapı oluşturacak yapıların hayata geçirilmesi için geç de olsa adımlar atılıyor artık. Şükür ki trenimizin önündeki takozlar birer birer temizleniyor. Artık menzil-i maksudumuza doğru hızla yol alacağız. Bu yolun sonunda muasır medeniyet hedefi var, onurlu bir ülkenin onurlu vatandaşları olmak var. Artık önüne konan her teklife “evet” diyen Türkiye değil, kurt siyasetçi Kâmran İnan’ın tabiri ile “Hayır diyebilen bir Türkiye”nin evlatları olmanın hazzını yaşayacağız.
Fransa senatosundaki oylamanın sonucunu bile merak etmiyorum. Zira biz artık “Hayır diyebilen bir ülkeyiz!”
Böyle bir teklifin bile parlamentolarına gelmiş olması Fransızlar için utanç vesilesidir. Bu üstelik onların ilk utancı da değildir. Daha önce de İsrail’in baskısı ile “Yahudi soykırımını inkar edenlere” karşı ceza verilmesi de Fransa’da yasalaşmıştı.
Dünyaya “Fransa Devrimini” en büyük eseri olarak sunan bir ülke için bu iki yasa zaten en büyük utançtır ve bize de Fransa yeni bir Fransız Devrimine muhtaç demekten başka söz kalmıyor.
Geçmiş olsun Fransa!